Ağu 16

YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR.

YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR.

Sosyolojinin babası İbni Haldun, asırlar öncesinden şöyle uyarmıştı:

“Bil ki, devlet, olmazsa olmaz iki temel üzerinde kuruludur. Birincisi asker (ordu) olarak ifade edilen güç, kuvvet ve asabiyettir. İkincisi ise askeri ayakta tutan ve devletin ihtiyaçlarını gideren mal ve paradır. İşte devlette görülecek bozulma bu iki temelden başlar.

Devlet, yaşamaya devam edip, hükümdarlık büyük bir güce ulaşınca, esnaftan, (iş dünyasından) pek çok kişinin her türlü hizmet ve nasihatle hükümdara yaklaşmaya çalıştığı, bu amaçla hükümdara, etrafındakilere ve hanedan soyuna mensup olanlara büyük bir yalakalık örneği sergilediği, zenginlikten büyük pay almayı hedeflediği görülür.

Onlar bununla meşgul olurken, bütün zorlukların üstesinden gelerek devlet kurmuş olan kabilenin (milletin) evlatları, devletin kurulması noktasında babalarının yaptığı hizmet ve fedakârlıkları öne sürüp, kaprisli bir eda ile hareket ederler. Ancak bu tavırları ile hükümdarı öfkelendirirler ve hükümdar onları etrafından uzaklaştırır.

Onların yerine devlet kurulurken babalarının yaptığı hizmeti öne sürerek kapris yapacak ve üstünlük taslayacak durumda olmayan kimseleri geçirir.

Bu kimselerin en belirgin özelliği hükümdara boyun eğmek, yalakalık yapmak ve onun isteklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu yüzden makamları yükselir, nüfuzları genişler ve hükümdarın yanında sahip oldukları dereceden dolayı insanlar saygı ve hürmet ile onlara yönelir. Kurucu kabilenin (bugün için kurucu felsefenin) mensupları ise kaprisli ve kendilerini üstün gören tavırlarına devam eder. Bu hâl, devletin çöküşüne kadar devam eder…”

Kısacası, yalakalık deyip geçmemek gerekiyor… Yalakalık devletin çöküşüne sebep olur.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR. için yorumlar kapalı
Ağu 15

MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE

MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE

Doludizgin gelen istila

M.Ö. 1600 yıllarda Anadolu üzerinde güçlü bir medeniyet kurup var olan Hitit devleti, M.Ö. 1200’lü yıllarda beklenmedik bir şekilde yıkıma uğradı.
Sonrasında ise Anadolu’da birçok küçük krallık ortaya çıkmış ve Anadolu’da siyasi birlik bozulmuştur.
Bu ani çöküşün nedenleri olarak gösterilen etkenler ise denizler üzerinden ve kuzeyden gelen göçler öne sürülmektedir.
Sümerler’de benzer bir göç dalgasıyla zayıf düşüp çöküşe gitmiştir.
Günümüzden 7-8 bin yıl önce Mezopotamya’ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlar,
yazıdan, tekerleğe dünya medeniyetine damgasına vuran bir toplum, Arabistan içlerinden işgücü olarak gelen Akadlıların, istilasına uğradı.
Sümerler Türk kökenli bir kavim. Akadlar Sami kökenli kavim bugünkü Arapların atası…
Batı Roma toprakları ise M.S. ikinci yüzyıldan itibaren kuzeyden gelen Germen kavimlerinin istilası ile meşgul olmuştur.
Başlangıçta Roma ordusunda, köylerde tarlalarda, evlerde hizmetli olarak kısacası iş gücü olarak yer alan Germenler, uzun solukta Roma sınırlarına kitleler halinde dayanıp açık bir istila hareketine girişmek için kendilerinde cesaret buldular.
Sonunda hem açıktan sınırları zorlamak suretiyle hem de uzun süreçten sonra Roma bürokratları arasına girerek sessiz ama düzenli bir istilacı olmayı başardılar.
Daha da ötesine geçip Roma ordusunun komutasını elde ederek yönetime el koydular.
Devamında ise bu kadim imparatorluğun Batı kanadına son verdiler.
Selçuklu Türkiye’sinde Anadolu, en müreffeh zamanlarından birini yaşarken Cengiz istilasından kaçan halkların kontrolsüz bir biçimde Selçuklu topraklarına girdiği anlara şahit oldu.
Bu dönemde yıkılan devletlerden gelen insan toplulukları, asker ve bürokratlar ise devletin kaderinde olumsuz etkenler olarak var oldular.
Bunların akabinde Türkiye Selçukluları, siyasi sosyal ve ekonomik olarak devlet işlerinde birçok sorunla karşı karşıya kaldı.
Amerika’da Aztekler ve Kızılderililer Avrupa’dan gelen büyük göçlerle yok oldu.
Avustralya’da Aborjinler benzer soykırıma maruz kaldı.
Göç bu zamana kadar ülkelerin ve toplumların en büyük sorunu olmaya devam etmiştir.
1947 yılında Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılması neticesinde dünyanın gördüğü en geniş göç dalgası yaşanmış ve yaklaşık 18 milyon Hindu ve Müslüman mübadele edilmiştir.
1945 ve 1961 yılları arasında Berlin duvarının inşası ile birlikte yaklaşık 3,7 milyon Doğu Alman Batı’ya kaçmıştır.
İsrail’in kurulmasından sonra kısa sürede yaklaşık 250.000 Yahudi İsrail’e göç ederken, tahminen 700 bin Filistinli komşu ülkelere iltica etmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen Romanya – Bulgaristan sınırı nedeniyle yaklaşık 100 bin Bulgar Bulgaristan’a ve 120 bin Romen Romanya’ya göç etmiştir.
1979 yılı Aralık ayından itibaren SSCB işgali nedeniyle yaklaşık 2.5 milyon Afganlı Pakistan’a iltica etmiştir.
İran – Irak Savaşı ve Körfez Savaşı sürecinde yüz binlerce Iraklı Kürt ve Şii ülkelerini terk ederek Türkiye ve İran’da mülteci ve sığınmacı durumuna düşmüştür.
Körfez Krizi nedeniyle yaklaşık 4 milyon kişinin İran, Irak, Türkiye, Kuveyt ve Suudi Arabistan ekseninde göç ettiği tahmin edilmektedir.
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra milyonlarca insan iltica etmiştir.
2000’li yıllara adını yazdıran asıl göç olayı ise BM’nin duyarsızlığı karşısında Suriye’de yaşanmaya devam etmektedir.
2011 yılı bahar aylarından bu yana milyonlarca Suriyeli başta Türkiye olmak üzere çevre illere göç etti.
Türkiye’de kayıtlı, kayıt dışı ya da vatandaşlık verilen toplam Suriyeli sayısı 15 milyona yakın.
Yaşanan tüm olaylar ve geçmiş tecrübeler gösteriyor ki göç ve mülteci akınları ister kitlesel olsun ister uzun bir süreçte yaşanıyor olsun ulus devletler açısından ciddi sorunlar oluşturabilir.
Türkiye’de doğan veya bir şekilde vatandaşlık hakkını elde eden kişilerin gelecekte devlet idaresinde mevki sahibi olması muhtemel.
Bu kişilerin devlet içinde örgütlenmek gibi bir gaye veya bunu ideolojik bir hedef haline getirmesi durumunda bir iç güvenlik tehdidi oluşturabilir.
Roma’nın, Selçuklu’nun, Sümer Uygarlığının sonunu getiren aynı süreç değil miydi?
Terör örgütlerinin Türkiye’ye bu göçler ile sızma ihtimallerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Elbette Türkiye Cumhuriyeti, bu tedbirleri alma kabiliyetine sahip bir ülkedir.
Sığınmacı gerçeği İslamcı ideolojinin anlattığı “Ensar-muhacir” efsanesinden çok farklıdır.
Tüm bunlar bir yana, Arap-İslam kültüründen bir göçmen yığınının ülkemize gelişine paralel olarak yaşanan başka olaylar da var.
Türk vatandaşlığı her isteyene para karşılığı satılıyor ve müşteriler hep Ortadoğu’dan.
Arap kentlerindeki reklam panolarına Türk pasaportu reklamları konuluyor. Ülkede tek kelime Türkçe bilmeyen göçmenlere seri halde vatandaşlık dağıtılıyor.
Tüm bunları ülkemizde giderek etkisini arttıran Arap-İslamcı atmosfer, eğitim, kültür ve propagandayla birlikte düşündüğümüzde Arap coğrafyası uzantısı bir İslamcı rejime doğru dönüşüm apaçık ortadadır.
Türk kimliği alenen hedef alınmaktadır, silinmek istenmektedir. Göçmen sorunu sadece ve tek başına insani bir konu şeklinde ele alınamaz.
Göç ve göçmenliğin uluslararası ilişkilerde artık daha çok bir silah olarak kullanıldığı görülüyor.
“Weapons of Mass Migration” yani göç silahı kavramı dünya bilimsel literatüründe uzun zamandır yerini almıştır.
Göçün asli anlamı zor durumda olanlara yardım değildir. Göçmen yığınları bazı jeopolitik projeler çerçevesinde küresel planda silah olarak kullanılıp başka ülkelere sistematik olarak gönderiliyorlar.
Ya da bazı hükümetler bu konuda şantaj yaparak siyasal güç ve para kazanıyorlar.
Kelly Greenhill’e göre göç silahı yakın tarihte bir istisna değildir, 1951-2021 arasında en az 81 kez kullanılmıştır.
Bazen de ülkenin çoğunluğu çeşitli yöntemlerle azınlığa düşürülür. Kuveyt emiri El Sabah’ın 1980’lerde kendisine karşı olan Kuveyt bedevilerini azınlığa düşürmek için Suudi Arabistan çöllerinde yaşayanlara vatandaşlık dağıtmıştır.
Bu şekilde El Sabah başını Filistin’den gelen aydınların çektiği muhalefeti susturmuş ve
ülkedeki egemenliğini sürdürmüştür.
Türkiye’nin sığınmacılar sorunu, başa çıkılamaz bir şekilde su yüzüne çıkmıştır. Sığınmacılar sorununun Türkiye’nin istilası olarak gündeme getirilmesi, bu konunun devlette ve kamuoyunda bir beka sorunu olarak algılandığını göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Sığınmacılara yönelik oluşan derin tepki, öfke ve düşmanlık, bir günde oluşmuş değildir.
Sığınmacılara yönelik tepki veya öfke, bir ırkçı partinin kışkırtıcı söylemleri sonucu oluşmuş geçici bir durum da değildir.
Toplum, yaşadığı işsizliğin, hayat pahalılığının, dış politikadaki sorunların ve zamların baş sorumlularından biri olarak sığınmacıları görmeye başlamıştır. Ki bu tutum yanlış da değildir.
Suriye politikası yüzünden gerilen dış ilişkiler, ambargolar, Suriyelilere sınır içi ve dışında yapılan milyonlarca dolarlık yardımlar ekonominin geldiği noktada çok büyük pay sahibidir.
Bugün gelinen noktada toplum, devletin içeride ve dışarıda hiçbir şekilde Suriyeliler başta olmak üzere Afganlara, Afrikalılara ve diğer sığınmacı unsurlara yardımda bulunmasını istememektedir.
Suriyelilere verilen bazı yardımlar topluma battığı gibi, Suriye içinde yapılan kerpiç evler de topluma batmakta ve rahatsız etmektedir.
Sığınmacılar sorunu, toplumu derinden sarsmaktadır. Sığınmacılardan sonra toplum, eski toplum olmadığı gibi, Türkiye’de de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Sessiz istila kavramının, toplum psikolojisinde ve sosyolojisinde karşılığı bulunmaktadır.
Farklı toplum kesimleri, sessiz istila kavramını ırkçı bir söylem olarak değil, kendi duygu ve düşüncelerinin isabetli bir karşılığı olarak görmekte.
Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Somali’den ve dünyanın diğer yerlerinden gelen milyonlarca sığınmacının varlığının Türkiye’yi Ortadoğululaştırdığı, Türkiye’nin demografik yapısını değiştirdiği ve bunun “sessiz istila” anlamına geldiği şeklinde yorumlar yapılmaktadır.
Sığınmacılar sorunu, ülkemiz içinde oluşturulan patlamaya hazır bir bombadır.
Ekonomik buhranın konuşulmasına engel olmak için sığınmacılara yönelik düşmanlığın köpürtülmesinden yarar görenler olabilir.
Sığınmacılar üzerinden toplumun kamplaştırılması ve çatıştırılması politikasından iktidar devşirmeye kalkmak çok tehlikelidir.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Stratejik Göç Mühendisliği kitabında şu ifadelere yer veriyor:
“Suriye İç Savaşı ve bu savaş sonrasında Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmeye çalışılan
PKK terör örgütü kontrolündeki bir Kürdistan, stratejik göç mühendisliğinin ilk hedefidir.
Bu hedef, B. Lewis’in 1974’te başlayan Orta Doğu’nun Lübnanlaşması; Oded Yinon’un Irak’ın 3’e, Suriye’nin 4’e bölünmesi projelerinin Soğuk Savaş sonrası dünyaya taşınmasıdır.
PKK kontrolündeki Kürdistan daha sonra Türkiye’de çıkarılacak bir iç savaşa müdahale için sıçrama noktası olacaktır.
Stratejik göç mühendisliğinin ikinci hedefi de Türkiye’de iç savaş çıkararak Türkiye’den de bir Kürdistan çıkarmaktır.”
Türkiye’de Suriyeli nüfusu hızla artıyor. Suriyeli kadınların doğum oranları 5.3 gibi dünyadaki en yüksek oranlardan birisidir.
Türkiye’de halen küçük çaplı bir ortalama Avrupa ülkesi büyüklüğünde Suriyeli nüfusu var ve
500 bin civarında çocuk bugüne kadar Türkiye’de doğdu, doğmaya da devam ediyor.
İnanılması zor, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik politikaları
Suriyelilerin artışını adeta teşvik ediyor.
“Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Programı” kapsamında 18 yaşından küçük 3 ve daha fazla çocuğu olan ailelere ekonomik yardım yapılması Suriyelileri yardım için çocuk yapmaya sevk ediyor.
Bu gidişle Suriyeli ve diğer yabancı nüfuslar hızla artmaya devam edecek.
Tehlikenin büyüklüğü ortadadır.
Tarih daha önce yazmıştır, önlem alınmazsa olacak yine farklı olmayacaktır.

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE için yorumlar kapalı
Ağu 15

İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI?

İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI?

“Teksas’ta iki kadın kaldırımda yürürken önlerinde giden bir adam belindeki tabancayı çıkarmış, havaya bir el ateş etmiş.

Kadınlardan biri “Aman Tanrım!” diye haykırmış, “Teksas’ı İstanbul’a çevirecekler.”

Arkadaşı bu sözlere tepki gösterip “Sen de amma abartıyorsun ha!” demiş, “İstanbul’a benzemek öyle kolay mı şekerim? Orada herkesin evinde, elinde, belinde silah varmış… ”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , | İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI? için yorumlar kapalı
Ağu 14

TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA

TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA

Anadolu topraklarına yayılan kan kokusu

19 kardeşini ve oğlunu öldürten 3. Mehmet hanedan ailesinin hanesine adeta kanla yazılmıştı.
Onlarca çocuk ve kadının kanı eline bulaşmıştı.
Saray çok büyük bir travma atlatmıştı. Öyle ki 3. Mehmet öldüğünde oğlu ve yeni padişah olan 1. Ahmet, babasının cenazesine katılmayı dahi reddedecekti.
14. Osmanlı hükümdarı 1. Ahmet, 14 yaşında tahta çıktı… Sancak tecrübesi yoktu. Tahta çıktığında sünnet dahi olmamıştı. Sultan’ın sünnetini, meşhur Cerrah Mehmet Paşa yapacaktı.
Paşanın adı, İstanbul’daki ünlü Cerrahpaşa semtine verilecekti.
Annesi – Yunan/Rum asıllı Helen adlı- Handan Sultan’dı…
Ağabeyi Şehzade Mahmut babası tarafından boğdurulduğu için babası öldüğünde taht ona kalmıştı.
Aynı gün biat töreni yapıldıktan sonra 3. Mehmet’in tabutu, cenaze namazı kılınmak üzere Ayasofya’ya götürüldü.
1. Ahmet cenazeye katılmadı. Bu davranıştan ötürü herkes şaşkındı. Padişah yokken cenaze namazını nasıl kılacaklarını bilemediler.
Şeyhülislâm Ebü’l Meyamin Mustafa Efendi Saray’a haber yollayıp, yeni hükümdarı cemaate davet etti. Ama gelen cevap manidardı…
Yeni hükümdar, kardeşlerini taht için boğdurtan babasının cenaze törenine katılmayacaktı.
Şeyhülislamın, babasının cenaze namazını kılmak için yaptığı daveti şu sözlerle geri çevirdi:
“Taht sahibi olmak için 19 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenaze namazını kılmam. Varın siz kılın ve defnedin”
Öyle ki; babasının bu zalimliği, ünlü İngiliz yazar Shakespeare’nin 4. Henry adlı oyununda da konu edilmişti.
Çocuk yaşta maruz kaldığı ağır travmanın etkisiyle 1. Ahmet’in ilk işi Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu “Kardeş Katli” yasasını kaldırmak oldu.
Ama Anadolu topraklarında akan kan 1. Ahmet döneminde de durulmayacaktı.
16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı devleti; sosyal, ekonomik ve askeri alanda sorunlar yaşamaya başlamıştı.
Köylüye yüklenen yeni vergiler, uzun süren savaşlar ve yeniçerilerin halka karşı yapmış oldukları zorbalıklar milleti zor durumda bırakıyordu.
Bir de bunun üzerine devletin mevcut toprak sistemi üzerinde çiftçilerin aleyhinde yaptığı köklü değişiklikler ile savaşlardan kaçan askerlerin Anadolu’da saklanarak eşkıyalık yapmaları eklenince, isyanların çıkması kaçınılmaz olmuştu.
Zaten Osmanlı, en küçük rütbeden veziriazamlığa kadar bütün rütbeleri devşirmeye vermiştir, ana politikaları budur.
Bunu daha önce de kaleme almıştım.
Anadolu Türk’ü sadece askere alınmış, sonu gelmez savaşlarda acımasızca harcanmıştır.
Ön hatlara ‘azaplar’ adı altında konmuş halk, düşmanın ilk darbesine maruz kalıyor, yorulan düşmanı da arkadaki devşirme yeniçeriler yok ediyordu.
Anadolu halkı, padişahların ve onların devşirme paşalarının ağır vergileri ve zulmü altında inlemekteydi.
Saray halkı ihtişam içinde yaşam sürerken, Anadolu insanı açtır, elindeki her şeyi devletin devşirme açgözlü memuruna vergi adı altında kaptırmaktaydı.
Bunu en güzel izah eden ise bence Prof. Celal Şengör’ün şu lafıdır:
“Bakın Anadolu şunu unutuyor. Osmanlı bir Balkan devletiydi. Anadolu da bir Osmanlı sömürgesiydi bunu hiç kimse unutmasın. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi Balkanlar’dı.
Osmanlı’nın konuştuğu dil Balkan diliydi. Balkanlar kaybedilince Osmanlı aklını kaybetti.”
Anadolu halkı da bir sömürge hayatı yaşıyordu. Millet Anadolu’da açlıktan isyan ederken, 1. Ahmet, İstanbul’da adıyla anılacak olan büyük bir camii inşa ettiriyordu.
Böyle sancılı bir dönemde böylesine büyük bir yapının devlete ne kadar pahalıya patlamış olduğunu hayal edebilirsiniz.
Üstelik bu caminin savaş ganimetlerinden değil,
devletin hazinesindeki para ile yapıldığı bilinmektedir.
Bu da halkın tepkisine sebep olmuştu.
Evliya Çelebi’nin kaynaklardaki anlatışına göre, Sultan Ahmet Camii içerisinde bulunan avizeler neredeyse 100 Mısır hazinesi kadar değerlidir.
Rivayetlere göre Sultan 1. Ahmet, vaktinde kendisine gelen değerli hediyeleri bu camii mimarisine dâhil etmiştir.
Hal böyle iken yukarıda da değindiğim üzere Anadolu kan ağlıyordu. O dönem çıkan isyanlara Celali İsyanları dendi.
Anadolu’yu kasıp kavuran bu isyanlar, adını Bozoklu (Yozgat) Şeyh Celal’den almıştı.
Bu isyanlar çoğunlukla ekonomik ve yönetimsel bozukluktan ileri gelir.
Sultan I. Ahmet, kendisine çok güvendiği Kuyucu Murat Paşa’yı sadrazam yapmış, Anadolu’daki ayaklanmaları bastırma görevini de ona vermişti. Murat Paşa, Hırvat asıllı Bosnalıdır. Devşirme olarak Enderun mektebine girmiş, oradan çıkmasından sonra çeşitli saray ve devlet hizmetlerinde bulunmuştur.
1. Ahmed döneminde 11 Aralık 1606 – 5 Ağustos 1611 arasında sadrazamlık yapmıştır.
Murat Paşa, isyanın ancak şiddet yolu ile önlenebileceğini düşünüyordu.
Ordusu ile beraber Anadolu yollarına düştü ve meşhur Türkmen avı başladı…
Önüne çıkan irili ufaklı tüm çeteleri haklıyor, canlı yakalananların sorgusuz sualsiz boyunlarını vurduruyordu.
Binlerce ceset Paşanın kazdırdığı kuyulara dolduruluyor, Anadolu toprakları adeta kan kokuyordu.
Tesadüfen Celali isyancılarının yanında bulunmak bile onun için bir ölüm sebebiydi.
“Kuyucu” lakabını öldürttüğü Celali isyancılarının ve onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır.
Yıllarca Anadolu’da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler bir korku hikâyesi olarak anlatıldı.
Çok soğukkanlı, çok gaddar ve amansız olduğu bilinmektedir.
Yaşa başa bakmadan; erkek, kadın, Anadolu’da öldürttüğü kişi sayısının 30.000 ila 60.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
4 yıl boyunca Anadolu’da devam eden bu katliamda bazı rivayetlere göre öldürülen Türk sayısı 140 binlere dayanmaktadır.
Tarihçi Naima’nın anlatımına göre ise yaşanan şu olay Kuyucu Murat’ı daha iyi anlatmaya yetiyor; Kuyucu yakalananlar arasında bulunan ufak bir çocuğun katledilmesini emreder.
Ama cellatlar saklanarak emri yerine getirmez.
Emrinin yerine getirilmediğini öğrenen Kuyucu Murat Paşa bu sefer Yeniçerilere çocuğu öldürmelerini emreder.
Yeniçeriler de “Cellatlar bile kıyamadı, biz nasıl kıyalım?” der Onlar da bu emri yerine getirmez.
Çocuğu öldürecek kimsenin kalmadığını gören Kuyucu Murat Paşa sırtındaki kürkü çıkarır ve kendi elleriyle çocuğu boğarak kuyuya atar. Kuyucu Murat Paşa bu sırada 90 yaşını aşmıştır.
Kuyucu Murat Paşa Nakşibendî tarikatına mensuptu.
Ebusuut Efendi’nin fetvalarından oldukça etkilenmiş ve kendi yaşam felsefesini bu fetvalar üzerine kurmuştu.
Ona göre kendi tarikatının dışında düşünen ve bu şekilde yaşayan herkes kâfirdi. Öldürülmeleri vacipti. Bundan çok etkilenmiş olmalı ki savaş alanında şöyle dua ederdi:
“İlahi, bugün düşman karşısında ben kulunu utandırma. İhtiyarlığıma merhamet eyle.
Din-i mübin ve şer’-i seyyüdü’l mürselin için hizmetim ile şeriat namusunu kirleten kötülerin yok edilmesi hakkındaki içten niyetlerim malumdur. Senden yardım ve başarı dilerim.”
İsmail Hakkı Danişmend’in tarifiyle; “Anadolu Türkünün ebediyen lanetle anacağı bir zalim” olan ve “Kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavar” Kuyucu Murat Paşa!..
Çorum’dan başlayan Türkmen avı, Amasya, Tokat, Yozgat, Şarkikarahisar çizgisiyle
Doğu Karadeniz kıyılarına Keşap ve Giresun’a kadar uzanır.
17 Ekim 1608’de kendisine padişahtan gelen emir iletildi.
Emirde sefere ara vermesi ve İran üzerine yürümek üzere hazırlık yapması söyleniyordu.
Ancak, Paşaya Anadolu’da yüz bine yakın akıttığı kan yetmemiş olacak ki hala “Anadolu Harekâtı”na ısrarda devam ediyordu.
Paşanın bu korkusuz ve pervasız karşı çıkışı herhalde Sultan Ahmet’in kendisine 

“babacığım” diye hitap etmesinden kaynaklanmış olmalı.
Padişah, Kuyucu Murat İstanbul’a döndüğünde bu parlak hizmetlerin karşılığını verdi.
Murat Paşa’ya iki teşrif hil’atı giydirilmesini emretti.
Kendi eliyle de murassa bir sorguç ihsan eyledi.
Padişahın Murat Paşa’ya kuş tüyünden yapılmış ve değerli taşlarla süslenmiş bir sarığı kendi eliyle vererek onurlandırdığı anlaşılıyor.
Kuyucu Murat Paşa’nın ‘devlet töreni ile defni’, Anadolu’da tepki ile karşılandı.
Katledilen, cesetleri kuyulara doldurulan on binlerce Türk insanının aileleri, akrabaları, hemşerileri ‘Paşa’ya gösterilen saygı ve sevgiyi’ kabullenemedi!
İstanbullular da sonraki yöneticiler de Kuyucu Murat Paşa’nın adını unutturmayı tercih etti.
Celali İsyanları incelenirse çok tanıdık bir tablo görülür.
İsyanların bir kısmı askeri sebeplerle olsa da önemli bir kısmı;
bölgede artan nüfus, züyuf akçe denilen düşük ayarlı para yüzünden enflasyonun artması.
Buna bağlı olarak vergilerin artması, halkın bunları ödememek için şehre göçmesi, haliyle tarımın olmaması yüzünden kıtlığın baş göstermesi,
yasa dışı bir şekilde Avrupa’dan hububat alınmak zorunda kalınmasıdır.
Böylece Osmanlı’da ekonomik dengenin tamamen bozulmuştu.
Bu da yetmez gibi taşra siyasetinde tam biz zulüm örneği göstererek azalan para değerini durmadan “salgın” vergileriyle düzeltmek istediler.
Peki, Murad Paşa başarılı oldu mu?
Kısa vadede yok ettiği insan sayısı itibarıyla evet, başarılı olmuştur.
Bir süre celali veya suhte hareketleri görülmedi ama ne pahasına?
Bunu da düşünmek lazım.
Döneminde Anadolu’nun kültürel olarak da bir yok oluşu oldu.
Haklı, haksız adeta nüfus azaltma amacıyla yapılmış eylemlerle dolu bir seferdi Murad Paşa seferi.
Beni en çok şaşırtan şey ise tarihi bile bile Murad Paşayı bugün yücelten kimselerdir.
Osmanlı Sarayı Türk’ü ve Türklüğü benimsememiştir.
Devlet, bu isyanların neden çıktığını niçin Anadolu insanının memnun edilemediğini bile sorgulamadı.
Ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise dönemi şöyle anlatır:
“Osmanlı tarihinin Murat Paşa ve Sultan Murad’lı bu dönemi devlet terörünün zamanıdır.”

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA için yorumlar kapalı
Ağu 12

P*Ç MEHMET PAŞA VA BACA VERGİSİ 

P*Ç MEHMET PAŞA VA BACA VERGİSİ                                                                              

III. Murat’ın oğlu III. Mehmet tahta çıktığının gecesi sarayda dördü yetişkin,
diğerleri çok küçük yaşta olan 19 şehzade boğularak öldürüldü.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kötü günleri…
Devlet Hazinesi bomboş…
Öyle ki, Padişah III. Mehmet, o sırada idam edilmiş olan Tırnakçı Hasan Paşa’nın elbiselerinin satışa çıkarılmasını ve parasının kendine verilmesini istiyor vezir- i azamdan.
Ama ne çare ki elbiseler de pek para etmiyor.
İşte o günlerde Devlet’in Vüzera heyeti, ya da bugünkü adıyla Bakanlar Kurulu, Hazine’ye para bulmak için çareler aramaktadır.
Kendi aralarındaki görüşmeler sürürken kimileri hayvanı fazla olana vergi salma, kimileri arpası-buğdayı fazla olana vergi salma tekliflerinde bulunmaktadır.
Rivayet odur ki; vezirlerden birinin aklına, zekâsıyla ünlü Piç Mehmet Paşa gelir.Piç Mehmet Paşa, sıkışık duruma mutlaka bir çare bulurdu.
Sadrazam, Şeyhülislam’la birlikte Piç Mehmet Paşa’nın huzura getirilmesini emreder…
İkili geldiler…
“Çöz şu para meselesini” dedi Sadrazam, Piç Mehmet Paşa’ya…
“Baca vergisi salın” der Piç Mehmet…
“Nasıl olsa herkesin evinde bir baca vardır…”.
Piç Mehmet Paşa’nın önerisini öğrenen Sadrazam, birden dönüp yanındaki Şeyhülislama sordu:
“Hoca efendi hazretleri, acaba “fiil – i zina mı daha günahtır, yoksa fiil – i livata (eşcinsellik) mi?”
Şeyhülislam:
“Fiil – i zina, dinimize göre günahtır ama hiç değilse kadınla erkek arasında, kendi doğallığı içindedir.
Fiil – i livata ise, erkekle erkek arasında olduğundan, doğallığa da aykırı olduğu için; fiil – i zinadan daha günahtır” dedi.
Sadrazam, üzerine şöyle cevap verir:
“Hayır, Hocaefendi hazretleri, dedi; fiil- i zina; fiil – i livatadan daha günahtır.
Çünkü fiil- i livatadan hiçbir sonuç çıkmaz.
Ama fiil- i zinadan bazen öyle bir piç çıkar ki, ümmet- i Muhammed’in başına bela olur…”  

Seçimlerden önce iktidar şahlanış açıklamaları yaptı, meydanlara verilen sözleri, yapılan işleri duyan;
“Almanya bizi kıskanmasın da ne yapsın” dedi.
Fışkıran doğalgaz yatakları, patlayan petrol rezervleri…
Asgari ücrete yükseltme, emekli aylığına artış, EYT ile göz boyandı…
Ancak seçimlerden sonra işler öyle yürümedi.
Tozpembe rüya bozuldu, zamlar yağmur oldu indi.
Zaten beli bükülmüş olan vatandaş da neye uğradığını şaşırdı.
Milyar zengini iş adamlarının vergi borçları silinirken, devlete ödemesi gereken alacaklar 2040’lı yıllara ertelenirken, artık orta sınıf olarak bile değerlendirilemeyecek durumda olan vatandaştan verginin de vergisi istendi.
Yeni vergilerle akaryakıtta yapılan zamlar akıl mantık seviyesini çoktan aştı.
Devlette tasarruf söylemleri boş meydanlarda kaldı                                                                                       Kim bilir? Bize de yakında bir baca vergisi gelir mi?

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , | P*Ç MEHMET PAŞA VA BACA VERGİSİ  için yorumlar kapalı
Ağu 11

TÜRK MİLLETİNİN İRADESİ

TÜRK MİLLETİNİN İRADESİ

“Açıkça görülüyor ki Yeni Anayasa isteyenler Lozan’a karşı Sevr özlemi içinde olanlardır. Yalnız, iktidar veya muhalefet bünyesinde hangi kılığa bürünürlerse bürünsünler, Türk Milleti’nin iradesini hiçbir güç kıramayacaktır.” ifademe “Türk Milleti mi kaldı?” veya “Türk Milleti, bugünkü duruma kendi tercihleri sonucunda geldi” diye cevap verenler oldu.

Bu tür yaklaşımlarda bulunmak kasıtlı değilse, milleti tanımamak demektir…

Çünkü bir milletin kararı, tek tek bireylerin kararı ile oluşur. O bireylerin iradesi güçlü ise milletin iradesi haline gelebilir. Dolayısıyla, kimse kendi gücünü ve potansiyelini küçümsememelidir.

***

Diğer taraftan klasik devlet yöntemleriyle yani yasama, yürütme ve yargı erkleri marifetiyle şimdiki küresel boyutlu projeli saldırıların hakkından gelmek mümkün değildir. Küresel saldırı, ticaret ordularıyla, sermaye ordularıyla, bilgi ordularıyla, kültür ordularıyla, medya ordularıyla yapılıyor. Ulus devletler ise önce polis ve asker marifetiyle bu saldırıları önlemeye çalışıyor, yetmeyince yargı devreye giriyor, yetmeyince yasalar çıkartılıyor.

Ulus devletler yine de aciz kalıyor. Çünkü yasama, yürütme ve yargı kurumları hatta ordular bile kurulan örümcek ağından etkileniyor, hatta ağın bir parçası haline geliyor.

Aslında, milletin varlığına yönelik küresel saldırıya karşı küresel savunma gerekir. Çünkü saldırı, bütün ulus devletlere yöneliktir.

Türkiye’nin yoğun bir küresel baskı altında bulunmasının sebebini ABD’nin eski Başkanı Clinton, TBMM’de yaptığı konuşmada açıklamıştı. Clinton, 20. yüzyılı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinin belirlediğini gelecek yüzyılın da Türkiye’nin kendi geleceğini, bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına göre şekilleneceğini söylemişti…

Türkiye de Osmanlı gibi içerden teslim alınırsa, Avrasya direnemeyecek ve mazlum milletlerin kaleleri birer birer düşecektir!

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | TÜRK MİLLETİNİN İRADESİ için yorumlar kapalı
Ağu 10

ANIRAN, BÖĞÜREN ŞİMDİ HER YERDE

ANIRAN, BÖĞÜREN ŞİMDİ HER YERDE

* * *

Gördüm, dört ayaklı değil hiç biri

İki dirhem bir çekirdek, yok kiri

Katır gibi dayanıklı, dipdiri

Hem de yanımızda yaşar şehirde

Anıran, böğüren şimdi her yerde

* * *

Haydi, çorak kalpten gel de bir gül der

Gül yanar, yandıkça kanar, bülbül der

Nankörce, cahilce budur ödül der

Salyalar saçarak saldırır ferde

Anıran, böğüren şimdi her yerde

* * *

Görülüyor, ne de güzel gözleri

Kafa patlatıyor her dem sözleri

Genlerinde mevcut sinsi özleri

Apansız düşmüşüz çetin bir derde

Anıran, böğüren şimdi her yerde

* * *

Sahipsiz değildir bakınmak gerek

Boynuzdan, çifteden sakınmak gerek

Çok ciddi bir tavır takınmak gerek

Nadide makama kurulur bir de

Anıran, böğüren şimdi her yerde

* * *

Makam, mevki avlayanı var hem de

Hırlayanı, havlayanı var hem de

Çıkarcıyı tavlayanı var hem de

Sürü gibi pek çoğunu sürer de

Anıran, böğüren şimdi her yerde

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | ANIRAN, BÖĞÜREN ŞİMDİ HER YERDE için yorumlar kapalı
Ağu 09

“MEVCUT ZAMLAR AZ BİLE”

“MEVCUT ZAMLAR AZ BİLE”

Cumhurbaşkanı maaşı: 140 bin TL.

Milletvekili maaşı: 85 bin TL.

Emekli milletvekili maaşı: 65 bin TL.

En düşük emekli maaşı: 7.500 TL.

Ülke geneline baktığımızda gelir adaletsizliği çok yaygın durumda.

*

Siyasi irade yıllardan beridir;

“Hedefimiz enflasyonu tek haneye indirmek.” diyor.

Peki, tek hane oldu mu?

Hayır.

Akıl tutulması yaşayıp yıllardır bu masallara inanan içimizde çok fazla insanın olduğunu da belirtmek isterim.

*

ENAG’ın (Enflasyon Araştırma Grubu) enflasyon rakamları TÜİK rakamlarının neredeyse iki katı kadar.

TÜİK’in gerçeklerden uzak, yoksullaştıran düşük enflasyon rakamları ile emekli iyice perişan edilmiştir.

TÜİK çalışanlarında hiç mi vicdan yok?

Kendileri, eş ve çocukları toplumun yüzüne nasıl bakabiliyor anlamak mümkün değildir.

*

İçimizde belli bir kitle “Rabia işaretini” yapıyor öyle değil mi?

Bize de bu işaret, tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet olarak lanse ediliyordu.

Bugün çarşı pazara çıktığımızda özellikle de Mayıs 2023 seçimlerinden sonraki zam yağmurlarıyla görüyoruz ki Rabia işareti;

“Tek domatesi, tek biberi, tek patlıcanı, tek soğanı, kırık vaziyette olan başparmak da dilim karpuzu ifade ediyormuş.”

*

Ayrıca;

“Nas, Nas, Nas” diyerek inatlaşmışlar,

Nas’la ekonomi yönetmeye çalışmışlardı.

Bir Çin atasözü var;

“Poposuyla inatlaşan sonunda donuna eder.”

İnatlaşarak uygulanan yanlış ekonomik politikalar neticesinde “döviz kurlarının” durdurulamaz yükselişi, fiyatlardaki fahiş artış yukarıdaki atasözünü bizlere hatırlatıyor.

Elbette döviz kurlarındaki ve enerji fiyatlarındaki yükseliş, her yıl verilen çok büyük cari açıklar doğal olarak “enflasyonist etki” yaratacaktır.

*

Son yıllarda dünyanın belki en kötü ekonomi yönetimi bizde desek yanlış söylemiş olmayız.

CDS; “Türkiye’nin kredi risk primidir.”

Türkiye’nin risk primi biraz iyileşir gibi görülüp 400 puanların altına düşse de halen hiç iç açıcı değildir.

Bu koşullarda hiç bir dış yatırımcı Türkiye’yi tercih etmez.

Bu ekonominin bir kuralıdır.

Bu durum “tek adam sisteminin güvensizliğinin ekonomiye yansımasıdır.”

*

Bırakalım Avrupa’nın gelişmiş ülkelerini Afrika’daki 54 bağımsız ülkenin tamamına yakınının enflasyonunun Türkiye’deki enflasyondan daha düşük olduğunu biliyor musunuz peki?

Enflasyonla mücadelede dünyada bizden başka faiz düşüren ikinci bir ülke olmamıştır.

ABD dahi Temmuz 2023’e geldiğimizde halen faiz artırmaktadır.

Şimdi soruyorum;

“Bütün dünya ülkeleri ekonominin kurallarını yanlış uyguluyor da biz ‘Nas, Nas’ diyerek doğru mu uyguladık?”

Evet, yanlış ekonomi yönetiminin bedelini dar gelirliler ve de özellikle “EMEKLİLER” çok ciddi şekilde ödüyor.

Ne diyelim ki, bu şekilde yaşamayı siz tercih ettiniz. Bu zamlar sizlere az bile.

*

Tek adam ne demişti;

“Mültecilere 40 milyar dolar harcadık, evelallah bir 40 daha harcarız.”

Milletimiz ciddi anlamda ekonomik sıkıntılar yaşarken sizler mülteciler için harcamaya devam ediniz efendim.

*

Yazımı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aşağıdaki ifadeleriyle bitirmek istiyorum;

“Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır.

Geçmişte çok güçlüyken tüm gücüyle çalışmış olanlara minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur.”

Alıntı: Ömer Erbıyık

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | “MEVCUT ZAMLAR AZ BİLE” için yorumlar kapalı
Ağu 08

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar götürecek tek bir dil vardır; Türkçe! Dilinize sahip çıkın.” Oktay Sinanoğlu

* “Hayatta herkes yanlış yapar, ne var ki ahmaklar yanlışlarında devam ederler.” Çiçero

* “Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır.” (1923) Mustafa Kemal Atatürk

* “Hayat kısa, Sanat uzun(ölümsüz)” Hipokrat

* “Giremediğin gönül senin değildir, gönül yalnız gönül vermekle alınır… Gönül istiyorsan önce gönlümü vereceksin!” Hz. Ali

* “Ayrı ayrı birer ahlâksız olan kişiler, toplu oldukları zaman namuslu olurlar”  Montesguieu

* “Türklerde imparatorluk kurma eğilimi vardır. Türkler kelimenin tam anlamıyla yeryüzünün hükümdarıdırlar Ve Tanrının onları dünyaya nizam vermesi için yarattığına inanıyorum.” Jean Paul Roux

* “Zihin fukara olunca akıl ukala olurmuş” Namık Kemal

* “O kadar cahilsiniz ki; dininiz var diye ahlâka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz”. Nicola Tesla

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Ağu 07

ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR.

ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR.

ABD, Türkiye’yi Trakya, Ege, Akdeniz, Suriye ve Irak’tan askerî üslerle kuşatmış durumdadır ve İncirlik her ne kadar Türk üssü sayılsa da ABD’nin kullanımındadır… Üstelik Türkiye’nin dış politikası da her ne kadar “millî ve yerli politika uygulanıyor” denilse de ABD yörüngesindedir!

Türkiye’nin bu baskıdan kurtulması, iç siyasetle de mümkün değildir çünkü siyasi partiler, NATO sürecinin başından beri çeşitli yollarla kontrol edilmektedir. İktidar, ülke ekonomisini de ABD ve İngiltere vatandaşı olan kişilere teslim etti! Muhalefet kazansaydı, onlar da aynısını yapacaklardı… İngiliz sermayesinden 300 milyar dolarlık yatırım gelecekti ya…

Şimdi “Körfez sermayesi gelecek” deniliyor… Körfez sermayesi, ABD ve İngiltere’nin izni dışında kimseye bir cent bile vermez! 57’nci hükümet döneminde Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun Bahreyn gezisine katılmıştım… Bahreyn tarafı, resmî görüşmede İngilizce konuşunca, Mirzaoğlu, “Neden kendi dillerimizle konuşmuyoruz?” deyince Bahreyn heyetinde bir İngiliz gözlemci bulunduğu ortaya çıkmıştı!

***

Papua Yeni Gine’de Amerikan üsleri, Kissinger’ın Çin ziyareti, dünyanın o bölgeden de karışacağının bir göstergesi… Tabii Ukrayna krizi ile birlikte düşünmek gerek…

Merhum İsmet İnönü’nün dediği gibi “Yeni bir dünya kurulur”sa ancak bu durumda “Türkiye de o dünyada yerini alır…”

Yoksa memleketin her köşesi ekonomik işgal altındadır ve nüfus nakli yoluyla da istila edilmektedir…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR. için yorumlar kapalı