Tem 16

ALTIN ÇAĞ

ALTIN ÇAĞ

1200 yıl önce Allah’ın varlığı dâhil her şeyi tartışan bilgeler ve din filozofları(Kelamcılar) vardı. Bilesiniz ki bugün fersah fersah gerideyiz. Dünya bir yere, biz tersine gidiyoruz. İbn-i Sînâ’dan Fârâbî’ye, Matürî’den Mutezile’nin öncüsü Vâsıl Bin Atâ’ya kadar yüzlerce ismin ve binlerce takipçilerinin tartıştığı konular ve yeni zamanların meseleleri 21. asrın İslam dünyasında konuşulamaz haldeyse kafamızı iki elimizin arasına alarak buradan çıkışı düşünmek zorundayız.

Çeşitli anlayışlar, bugün inanış (İtikadî) mezhepleri dediğimiz anlayışlar o beyninin bütün kıvrımlarıyla düşünen adamların fikirlerinden çıktı. Hukuk oluşturmak için dehalarını konuşturan, başta Ebû Hanîfe, sayıları dörtle sınırlı olmayan büyükler de o devirlerdendir. Mezhep dediklerimiz onların anlayışlarının sistemleştirdiği görüşlerdir. Bir müddet o ışıkta yürüdük ve dünya hâkimiyetleri öyle geldi. Sonrası dinden konuşanların düşünceyi boğduğu ve terör estirdiği asırlardır. O büyük filozofları da anlamayıp kendimize göre dondurduğumuz yıllar geçirdik. İşte o düşünceyi susturan yüzyılların devamındayız. Acınacak haldeyiz. Sefil ve rezil durumdayız.

Samimi dindar inanıyor ve yanlışa dahi inanacak bir saflığı var. Elbette masum sayılabilir. Okumuşlar için bunu diyemeyiz. Onlar düşünmek zorundadırlar. Önlerinde örnekler var. Yol belli. 1200 sene önceki gibi düşünecekler ve konuşacaklar. Dünyanın geldiği yeri görecekler. İnsanlığın birikimini edinecek ve değerlendirecekler. Her bilgi bizim içindir diyecekler. Zamana göre uygulamaları güncelleyecekler. Anladığım kadarıyla Kur’an’ın mesajı da tam budur.

Dahası var: MâtüridîEbû Hanîfe ve benzeri büyük kafaların çizgisini takip edecekler. Devleti idare edenlere yanaşmayacaklar. Emirlerine girmeyecekler. Evet, emirle hareket etmeyecekler. İdarede görev alanlar da her zaman bildiğini söylemekten vazgeçmeyecek. Yönetimde de olsalar, dışarda da kalsalar kıyasıya eleştirecekler. Bugünkü gibi düşünceyi boğan bir ortam varsa daha sıkı durmak ve ses yükseltmek zorundadırlar.

DİN PARAVAN

Bugün bilgiden kaçış ve birkaç ezbere göre kodlamalar devrindeyiz. Eğitim sistemini buna göre ayarlama çalışmalarını yıllardır görüyorduk. Son zamanlarda yeni bir evreye geçildi. İmam Hatipleri yaygınlaştırmak hayal edilen insan tipi için yetmedi, yetmezdi. Yaygın eğitimde kendilerine göre bir din dersi düzenlemekle de istedikleri sonucu alamayacaklardı. Ancak kafa karıştırabilir ve bozabilirlerdi. Öyle de oldu. Her şey arapsaçına döndü, bozulma yaygınlaştı ve işler tıkandı. Bir görüşe göre sistemsizlik hâkim hale geldi.

Şurası muhakkak ki bozmak ve yıkmakta epeyce yol alındı. Yapmak zor iştir. Yapıcı karakter ve çok yönlü bilgi-görgü ister. Bizimkilerde bunların bulunmadığı anlaşılıyor. Başaramayacakları da artık daha net. Buna rağmen vazgeçmeleri beklenmez. Yaz-boz’a, devirmeye devam edecekleri görülüyor. Doğru sandıkları hamleler yanlış sonuçlar verdi. Tek tip, istendiği şekilde bakan, gören, konuşan, hareket eden insan örneği ve ona göre şekillenen hayat kurgusu hedefti. Bunun için resmi ve sivil kuruluşların hemen tamamının örgün ağa katılması gerekiyordu. Vakıflara, derneklere, camialara, cemaatlere kapılar açıldı, hızla her alanı sardılar.

Bu ağda Kur’an Kursları’nın önemli bir enstrüman halinde düşünüldüğü anlaşılıyor. İmkân bulunan yerlere Kur’an Kursu açmak fikri, bazı çevrelerde öteden beri vardı. Cemaatlerin benimsediği bir yoldu. Süleymancılar’ın bu konuda başarılı olduklarından bahsedilirdi. Sonra gördük ve anladık ki irili ufaklı cemaatlerle çevrili bir hayatımız var. Fetullahçılar’ın, Menzilciler’in, Süleymancılar’ın en ileri gidenler olduğu artık herkesçe bilinen bir durum.

Alıntı: A. Yağmur Tunalı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | ALTIN ÇAĞ için yorumlar kapalı
Tem 15

SOLJENİTSİN

SOLJENİTSİN

“Yalan söylediklerini biliyoruz, yalan söylediklerini biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz, ama hâlâ yalan söylüyorlar.”

Soljenitsin, 12 Şubat 1974 günü, “Yalanla yaşama!” çağrısını yazdığı gün tutuklandı ve sürgüne gönderildi. “Çözüm nedir?” sorusunun cevabı bu yazıda var. Sabri Gürses’in Rusça’dan çevirdiği metnin tamamı gazetedeki sütuna sığmaz… Bu sebeple kısaltarak veriyorum:

***

Yurtta yoksulluk ve köhnelik bu kadar yaygınken, gereksiz bir kozmik böbürlenmeye kalkışıyorlar; uzaklardaki vahşi rejimleri destekliyorlar; iç savaşları tetikliyorlar. Üstelik kimi isterlerse yargılıyorlar ve sapasağlam insanları akıl hastanelerine kapatıyorlar, her şey “onlarda”, biz ise güçsüzüz…

Artık dibe kadar vardılar, artık evrensel ruhsal ölüm hepimizin üzerine çöktü ve fiziksel olarak hem bizi, hem çocuklarımızı tutuşturup yakıyor- ama biz eskisi gibi hep korkakça gülüp dilsiz bir şekilde mırıldanıyoruz:

“Biz ne yapabiliriz ki? Güçsüzüz…”

O kadar umutsuzca insanlıktan çıkmış durumdayız ki, bugünkü şu gösterişsiz yemlik için bütün ilkelerden, ruhumuzdan, atalarımızın bütün çabalarından, bizden sonrakilere kalacak bütün varlıklardan vazgeçiyoruz.

Oysa biz her şeyi yapabiliriz ama kendimizi teselli etmek için kendi kendimize yalan söylüyoruz. Hiçbir şekilde “onlar” suçlu değil, biz kendimiz, sadece biz suçluyuz!

Bizim ağzımızı tıkamışlar, biz duymuyoruz, sormuyoruz. Onlar bizi nasıl duysun?

Ama o hiçbir zaman kendi kendine kalkıp gitmez, eğer biz hepimiz her gün onu kabul eder, över ve güçlendirirsek, eğer onun en hassas noktasından yakalamazsak onu.

Yani yalandan.

Şiddet yalan dışında hiçbir şeyle örtünemez, yalansa sadece şiddetle ayakta durur. Ve şiddet bizden sadece yalana boyun eğmemizi, her gün yalanı kabullenmemizi ister ve sadakat budur işte!

Ve burada yatar kurtuluşumuzu sağlayacak olan o göz ardı ettiğimiz, en yalın, en sağlam anahtar:

Kişi olarak yalana katılmamak!

Bırak yalan her şeyin üstünü örtsün, bırak yalan her şeye hâkim olsun, ama küçücük bir şeyi olsun reddedelim; yalan benim aracılığımla hâkim olmasın!

Ve bu, bizim çaresizlik çemberimizdeki küçücük bir yarıktır! Bizim için çok kolaydır ve yalan için en yıkıcı yarıktır. Çünkü insanlar yalandan uzak durdukları zaman, o öylece var olamaz hale gelir. Salgın gibidir o, sadece insandan insana geçer.

İşte bu bizim yolumuz, en kolay ve bizim besili organik korkaklığımıza rağmen yapabileceğimiz bir şey, Gandi’nin (adını anmaya korktuğumuz) sivil itaatsizliğinden bile çok daha kolay.

Bizim yolumuz: yalanı bilinçli olarak hiçbir şekilde desteklememek!

Bu yol bile; bütün direniş yolları içinde en ılımlısı olan bu yol bile bizim gibi gecikmişler için kolay olmayacaktır. Ama kendini kurban etmekten, hatta açlıktan bile daha kolaydır: Alevler gövdeni sarmayacak, gözlerin ateşten erimeyecek ve ailen için temiz suyla birlikte kara ekmeği hep bulursun…

(Soljenitsin, bu arada özellikle akademisyenlere, yazarlara, sanatçılara ve generallere yalana katılmamanın yollarını anlatıyor…)

Eğer bundan bile ürküyorsak, o zaman biz beş para etmeyiz, umutsuz vakalarız ve Puşkin’in şu horgörüsü bize yazılmış demektir:

“Ne yapsın sürüler özgürlüğü?

Onların mirası soydan soya,

Püsküllü boyunduruk ve kamçı.”

Alıntı: Twitter  TC ULUCA

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | SOLJENİTSİN için yorumlar kapalı
Tem 14

İSVEÇ’İN NATO ÜYELİĞİ VE TÜRKİYE

İSVEÇ’İN NATO ÜYELİĞİ VE TÜRKİYE

ABD, Baltık’tan Rusya’yı kuşatmak amacıyla Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olmasını istedi. Rusya’nın askeri gücünü zayıflatmak ve bu iki ülkede NATO/ABD askeri üsleri konuşlandırarak, Rusya’nın kuzeyde nefes borusunu kesmek ABD’nin öteden beri hedefiydi. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği, dünya ve bölge barışına katkı sağlamayacaktı. Tersine, dünya ve bölge barışına olumsuz etkisi olacak, Batı ile Rusya arasında gerginliği tırmandıracaktı. Bölgeyi silah deposuna dönüştürecekti.

Türkiye, NATO’nun genişleme politikasını destekliyordu. Ancak, ulusal güvenliğini ve ulusal çıkarlarını tehdit eden PKK/PYD terör örgütünü destekleyen NATO üyeleri vardı. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü tehdit eden PKK/PYD terör örgütüne her türlü desteği veren, Türkiye’nin Suriye’deki bu terör örgütüne operasyon yapmasına karşı çıkan ABD hiç geri adım atmıyordu. NATO ve AB de, PYD/YPG’yi terör örgütü listesine almıyorlardı.

ABD, Türkiye’ye NATO üyesi olarak değil hasım bir ülke gibi davranıyordu. Türkiye, Ekim 2021’de ABD’den F-16 savaş uçağı satın almak için talepte bulunmuştu. İki yıl geçmesine rağmen, ABD uçakları henüz vermedi. Parası ödenen F-35 savaş uçaklarını da vermemişti.

ABD, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) yönelik silah ambargosunu 2023 yılı için kaldırmıştı. Aynı ABD, Yunanistan’ı tercih eden Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı destekleyen politika izlemeye devam etti.

***

İşte bu koşullarda, ABD’nin hedeflediği İsveç-Finlandiya’nın NATO üyeliğinin onayı için Türkiye’nin eline tarihi bir fırsat geçmişti.

Anılan iki ülkenin NATO üyeliği onayına karşılık; ABD’ye PKK/PYD terör örgütüne desteği kesmesini, F-16/F-35 savaş uçaklarını vermesini, Türkiye-Yunanistan arasında eşitliğe dayalı politika izlemesini ve PYD/YPG’yi terör örgütünü NATO belgesine dahil etmesini koşul olarak ileri sürebilirdi. Türkiye’nin elinde, tarihte bir daha ele geçmeyecek stratejik bir koz vardı. Çünkü Doğu Avrupa’da NATO üyesi olabilecek İsveç-Finlandiya kadar önemli bir ülke kalmadı.

Ve Türkiye, bu koşulların hiçbiri gerçekleşmeden Finlandiya’nın NATO üyeliğini 31 Mart 2023’te TBMM’de onayladı. Finlandiya, NATO’nun 31’inci üyesi ülke oldu. ABD mutluydu, AB mutluydu, Finlandiya mutluydu…

Oysa 15 Mart 2023’te, Kuzey Irak’ta içinde PKK teröristlerinin bulunduğu helikopter düşmüştü. Hava sahası, ABD’nin kontrolündeydi ve ABD’nin bilgisi olmadan bu helikopter uçamazdı. ABD, PKK/PYD teröristlerine hava eğitimi bile veriyordu.

Türkiye, buna rağmen Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylamıştı.

***

PKK terör örgütüne desteği nedeniyle, İsveç’in NATO üyeliğini Türkiye haklı olarak veto etmeyi sürdürdü.

11-12 Temmuz 2023’te, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta NATO liderler zirvesi gerçekleşecekti. İsveç, Türkiye’nin iadesini istediği teröristlerle ilgili taahhüdünü yerine getirmedi. Uyuşturucu kaçakçılığından bir kişiyi iade etmeğe karar verdi.

ABD, bu zirvede İsveç’in NATO üyesi olmasını istiyordu.

Ve zirve öncesi, 10 Temmuz 2023…

Türkiye, İsveç’in NATO üyeliği engelini kaldırdı. Karar, TBMM’de onaylanacak. Yani, Türkiye onayladı sayılır.

***

Türkiye, NATO üyesi olarak NATO’nun “Genişleme Politikasını” destekleyebilir. Ancak, coğrafi bütünlüğünü tehdit eden PKK/YPG terör örgütünü, NATO’nun terör örgütü listesine alınmamasını kabul edemez. ABD’nin ve diğer bazı NATO ülkelerinin, PKK/YPG terör örgütünü desteklemesi, NATO’nun kuruluş anlaşmasının maddelerine aykırıdır. Bu durumda, NATO’nun terör örgütü listesine PKK/YPG terör örgütü dâhil edilinceye kadar, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini veto etmesi dünyanın en meşru hakkıdır.

Fakat ne yazık ki Türkiye, bu koşullarda İsveç için “evet” dedi.

Türkiye, tarihi açıdan büyük önemi olan stratejik kartı önce Finlandiya, şimdi İsveç kararıyla elden çıkardı. Oysa F-16’lar verilmeden, ABD’nin PKK/YPG terör örgütüne desteği kesilmeden Türkiye onaylamamalıydı.

***

2008’de NATO Bükreş zirvesinde, Makedonya NATO üyesi olacaktı. Yunanistan, Makedonya adını kabul etmediğinden, Makedonya’nın NATO üyeliğini 2019’a kadar 11 yıl süreyle veto etti. Makedonya adını değiştirdi ve Kuzey Makedonya oldu. Yunanistan, adı değiştikten sonra Makedonya’nın NATO üyeliğine onay verdi. Yunanistan, kendisine karşı herhangi bir terör örgütünü desteklemeyen Makedonya’yı 11 yıl NATO kapısında bekletti. NATO dağılmadı, ABD ve NATO, Yunanistan’ı dışlamadı.

Türkiye de, İsveç’i 11 yıl bekletemez miydi?

***

Türkiye, İsveç’in NATO üyeliği karşılığında AB’ye tam üyelik çıkışı yaptı. ABD, AB ve NATO ülkeleri, Türkiye’nin AB’ye üye olmasının mevcut konumda mümkün olamayacağını çok iyi biliyorlar. Dünyanın en fazla sığınmacı/yasa dışı göçmenini barındıran bir ülke, hiçbir koşulda herhangi bir Batı ittifakında yer alamayacağını bu ülkeler çok iyi bilir. Başka bir deyimle, Türkiye’nin AB’ye üye olabilmesi, hayalin ötesinde bir durum.

***

2009… Fransa 1967’de NATO Askeri kanadından ayrılmıştı. 2009’da tekrar dönmek istedi. Türkiye, Fransa’nın NATO Askeri kanadına dönüşünü onayladı. Oysa Fransa PYD/PKK terör örgütüne en fazla destek veren ülkeler arasındaydı.

2009… Danimarka eski Başbakanı Rasmussen’in 2009’da NATO Genel Sekreteri olması gündeme geldi. Danimarka PKK terör örgütüne destek veriyordu. Türkiye, karikatür krizi ve Danimarka’da PKK yayın organı Roj TV nedeniyle Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına onay vermeyeceğini açıkladı. Ancak, ABD Başkanı Obama devreye girdi ve Türkiye onay verdi.

2019… 2019 yılında Türkiye, NATO’nun önem verdiği “NATO Baltık Planı”nı onaylamak için PYD/YPG’nin terör örgütü olarak tanınması kartını ileri sürdü. Ancak, yedi ay sonra PYD/YPG terör örgütü tanınmadan, NATO’nun Polonya ve Baltık Planı’nı onayladı.

2023… Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini, Türkiye kayda değer bir kazanç elde etmeden onayladı…

1974 Türkiye’si, ABD’ye ve NATO’ya rağmen Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başarıyla yaptı.

1975 Türkiye’si, 25 Temmuz 1975’te ambargo nedeniyle ABD’nin 21 üs ve tesisini kapattı ve beş bin ABD’li asker/sivil Türkiye’yi terk etti.

“Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür”, der Sun Tzu…

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | İSVEÇ’İN NATO ÜYELİĞİ VE TÜRKİYE için yorumlar kapalı
Tem 13

NE BİR SELAM VERDİN, NE SELAM ALDIN!

NE BİR SELAM VERDİN, NE SELAM ALDIN!

* * *

Her şey meltem gibi sakin eserken

Sen ki dostlarına racon keserken

Bütün sevenlerin bir, bir küserken

Büyüdüm zannettin fakat ufaldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Bin bir gayret ile yola çıkmıştık

Nice kötü, yanlış kale yıkmıştık

Biz, birbirimizden niçin bıkmıştık

Bahtımıza çıkan bir kötü faldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Bir milli hedefe birlikte koştuk

Vatan millet, dava deyince coştuk

O günlerde candık, tatlıydık hoştuk

Bize karşı neden zehirli baldın?

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

O zaman bizleri görürdü gözün

Birlikten dem vurur her akil sözün

Artık kızarmıyor kösele yüzün

Kahraman mertlerin azmini çaldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Ömrümü harcadım bildiremedim

Şu garip yüzüme güldüremedim

Sendeki kibiri öldüremedim

Çıkarcı dostunla baş başa kaldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Herkes eli ile yerde besledi

Uçtu havalandı başa pisledi

Bütün dostlarını hemen fişledi

Sonu gördüğünde sen de bunaldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Para babaları çevreni sardı

Sevgi, saygı, vefa önceden vardı

Dalkavuklar sana en güzel yardı

Unuttun dostunu meşklere daldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Öyle bir kulak ki sussan duyardı

Etrafındakiler tam da ayardı

Sevdiklerin seni kaç kez uyardı

Tınmadın vefayı dağlara saldın

Ne bir selam verdin, ne selam aldın!

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | NE BİR SELAM VERDİN, NE SELAM ALDIN! için yorumlar kapalı
Tem 12

AMON RA DÜZENİ

AMON RA DÜZENİ

Milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış Heredot, iki ciltlik ünlü seyahatnamesinde Yunan tanrılarından söz ederken, hepsinin Mısır’dan esinlenilerek isim değişikliği ile Yunan halkına kabul ettirildiğini, gerçekte Mısır’da veya Yunanistan’da kendisini Tanrı gibi gösteren insanların, bunu diğer insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak veya taraftar toplayabilmek için yaptığını anlatır.

Heredot, insanların tanrılaşma sürecini tasvir ederken, yanında güzel bir kadınla beraber altın ve gümüş süslemelerle işlenmiş elbiseler giyerek aynı şekilde süslenmiş atlı bir arabaya binip Atina’nın ana caddesinden bir aşağı bir yukarı geçmenin Tanrı sayılmak için yeterli olduğunu, insanların bunların peşinden gitmesinin ise çıkar amaçlı olduğunu yazar.

***

Firavunlar da tanrısallık iddiasındaydı. Milattan önce 15’inci yüzyıl sonunda Mısır tahtına geçen Kral 4’üncü Amenhotep Amon, adını Akhenaton olarak değiştirdi ve başta Amon Ra olmak üzere Mısır tanrılarının tamamını reddederek tek tanrı Aton‘a ibadet edilmesini bir kanunla halka duyurdu.

Akhenaton, devleti ve halkı rahiplerin elinden kurtarmak için eski Mısır dinini, sihir ve büyüyü yasakladı, tapınakları kapattı, Amon rahiplerinin görevine son verdi ama o öldükten sonra eski düzene geri dönüldü.

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük din bile tanrılık iddiasında olan veya putlara temsil ettirdikleri tanrıları kendi tekelinde tutan insanların, kitleleri bu yolla yönetmesi ve sömürmesini sona erdiremedi.

Yahudiler, dini kendilerine has kıldılar, Hristiyanlar, İsa’yı tanrının oğlu olarak kabul ettiler ve onu temsil eden rahipler, Mısır rahiplerinin yerine geçti.

İslam’da ruhbanlık, “Allah’a şirk koşmak” olarak vaaz edilmesine rağmen bazı insanlar, İslam adına, hatta Allah adına iş görmeye başladı.

Kiliselerde veya sözde İslami vakıfların kurslarında, yurtlarında, yoğun çocuk tecavüzlerini hatırlatmaya gerek var mı?

***

Bugün, bütün dünyada, tarikat ve cemaat liderleri, siyasi ve ticari çıkar için devletleri ele geçirmiş olan büyük sermaye sınıfına girebilmek amacıyla halktan para toplayarak, yeni bir sınıf oluşturmaya çabalıyor! Osmanlı döneminde ve Türkiye’de olduğu gibi bazıları devleti tamamen ele geçirmeye de yelteniyor ve tasfiye ediliyorlar. Yerlerini hemen başka tarikat ve cemaatler alıyor.

Tarih boyunca insanlar, egemenlerin şerrinden kaçarken sığınacak güvenli bir liman aramış ve karnını doyurmak, güvenliğini sağlamak veya çocuğunu okutmak gibi başka ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Tanrı adına düzeni sağlamak iddiasındaki kişilere boyun eğmiştir.

Bugün, bazı tarikat veya cemaat önderleri, kendilerini Allah ile peygamber arasında bir yerde gösteriyor! Bazılarında zavallı insanlar, bunların içtiği tastan, hatta abdest suyundan içerek kurtuluşa ereceğini zannediyor, kendilerini, eşlerini ve altı yaşındaki çocuklarını bile onlara cinsel anlamda teslim edebiliyor, “badeleniyor”; yani insanlıktan çıkabiliyor… Şeyhine, yani çağımızın Amon rahiplerine namusunu teslim edenler, siyasi liderine de kişiliğini teslim ediyor! 

***

Laiklik, dini kullanarak iktidar gücünü ele geçirmek veya elde tutmak isteyenlerin düzenini bozduğu için karalanıyor. Millî veya dini idealler adına insanları yönetenlerin, kendi söylemlerine ters düşen icraatları ve geçmişleri bile kitleleri uyandırmaya yetmiyor. Çünkü insanın insana kulluğunu, Allah’a kulluk zannetmeye, çocuk yaşta programlanmış veya siyasi emellere göre formatlanmışlardır. Bu yüzden robot gibi hep aynı söylemleri ve yöntemleri kullanırlar.

Kısacası, insanoğlu, çoğunlukla, hangi dine mensup olursa olsun, günümüzde de Amon’a veya Zeus’a yani gerçekte altına ve gümüşe veya ekonomik gücü temsil eden paraya ve cinsel hazlara tapınmaya devam ediyor!

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | AMON RA DÜZENİ için yorumlar kapalı
Tem 11

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Gösterişin, torpilin, kibrin ve sayamadığım binlerce putun kol gezdiği bu çağda;  bir bakışın, bir duruşun, bir hayatın sadeliğine inanıyorum.” Dostoyevski

* “Kültürü bilgiden ibaret saymak, zekâyı hafızadan ibaret sanmaktan farksızdır.” Peyami Safa

* “İntikam almayı düşünüyorsan zayıf insansın, affedip yoluna devam ediyorsan güçlü insansın, yok sayıyorsan zeki insansın.” Konfiçyüs

* “Adalet olmayınca, devlet, büyük bir çeteden başka nedir ki?” Aurelius Augustinus

* “Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez.” (1919) Mustafa Kemal Atatürk

* “Bir insanı küçüksemek ahlaksızlık,  çok büyük görmek de korkaklıktır.” Kızılderili Atasözü

* “Hayat öyle lanet bir şey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise, susmadığın için kahreder.” Charles Burkowski

* “Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz” Jean de La Bruyere

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 10

“ÇUVAL KRİZİ” VE ABD”

“ÇUVAL KRİZİ” VE ABD

ABD-Türkiye ilişkileri, krizlerin yoğun olduğu gerginlikler silsilesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’nin NATO üyeliği ABD ile yakın ilişkileri artırmıştır. Artık NATO’nun lider ülkesi ABD ile NATO üyesi Türkiye arasında işbirliği söz konusudur. 1952 yılında NATO’ya kabul edilen Türkiye, ABD’yle ilk ciddi krizini 10 yıl sonra 1962’de yaşar.

27 Ekim 1962… Sovyetler Birliği, ABD’yle arasında krize neden olan Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini kabul etti. Bunun karşılığında, Türkiye’deki ABD’nin Jüpiter füzelerini sökmeleri koşulunu ileri sürdü, ABD de bunu kabul etti. ABD bu kararı, Türkiye’ye danışma gereği duymadan almıştı. Bu olayla, ABD-Sovyetler arasında pazarlık söz konusu olduğunda, ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarabileceği görüldü.

Jüpiter füze krizinden iki yıl sonra, ikinci bir kriz yaşanır.

5 Haziran 1964… Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırısı üzerine, 7 Haziran 1964’te Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması planlandı. Bunun üzerine ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye, 5 Haziran 1964’te ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup gönderdi. Tarihe, “Johnson Mektubu” olarak geçen bu kriz üzerine Başbakan İnönü, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” demişti.

Üçüncü önemli kriz, 10 yıl sonra ortaya çıkar.

1974… Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini yeniden başlattı. Ecevit’in bu kararı, Türkiye-ABD arasında krize neden oldu. Bülent Ecevit, 2002 yılında Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e yaptığı açıklamada, ”Yasaklayıcı tutumlarına karşın haşhaş üretimini belli kurallar içinde serbest bırakışımız ABD’de çok tepki uyandırmıştı. Kongre’nin ambargosu aslında Kıbrıs değil, haşhaşla ilgiliydi. Sonra Kıbrıs’a yamandı” dedi.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, derin bir krize neden olur.

5 Şubat 1975… 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı. Bu kararla, Türk-ABD ilişkileri Kıbrıs sorununa bağlandı. Türkiye’nin ambargoya cevabı ağırdır. ABD’ye rağmen, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulur. Bu adımla Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını uygulamıştır.

25 Temmuz 1975… Başbakan Süleyman Demirel’di. ABD’nin uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması için Demirel, ABD Dışişleri Bakanı ve BD Başkanı’yla görüşür. Fakat sonuç alınamaz. Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatılır. Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etmek zorunda kalır.

26 Eylül 1978… ABD Başkanı Carter’ın onayıyla Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı. Ambargo kaldırıldığında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Bülent Ecevit Başbakandı. Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs/tesislerini açmadı. Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını bu dönmede sürdürür. Üs/tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açılabildi.

2003 yılına gelindiğinde, 1 Mart 2003 krizi iki ülke arasındaki gerginliği tırmandırır. Irak Harekâtı nedeniyle ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkere, TBMM’den geçmez. ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bu hayal kırıklığıyla NATO üyesi ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı düşmanca tutum izleyeceği dönemi başlatır.

4 Temmuz 2003… Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri, Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenledi. Bir binbaşı komutasındaki 11 Türk özel harekâtçının başına çuval geçirildi. Düşman askeri gibi, esir muamelesi yapılarak Bağdat’a götürüldüler. 60 saat süreyle sorguya çekildiler. Türk kamuoyu, büyük bir öfke ve tepki gösterdi. Bu olay düşmanca bir adımdı. TSK’nın ve Türk milletinin onuru aşağılandı.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Mukavemet etmesinler” dedi. Tim’in bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanı da karşı koymaları yönünde emir vermedi. Bu pasif duruş, TSK’nın geleneklerine aykırıydı.

Bu düşmanca hareketin, ABD’nin kuruluş günü olan 4 Temmuz’da yapılması elbette bir tesadüf değildi. 4 Temmuz 1776 kuruluş yıldönümü kutlamalarında, “Çuval Olayı”yla ABD güç gösterisi yapmış oldu.

Çuval geçirme olayı, bir kırılma noktasıydı.

ABD “Çuval Olayı” ile Türkiye’yi sınadı. Türkiye, geçmişte 1974 silah ambargosunda gösterdiği tepkiyi 2003’te ABD’nin bu düşmanca tavrına karşı sergileyemedi.

Ve ardından;

– ABD, Türkiye dâhil 23 ülkenin sınırlarını değiştiren Büyük Ortadoğu Projesi’ni başlattı.

– TSK’ya Türk tarihinin en utanç verici kumpası kuruldu. Cumhuriyet Ordusu budandı. Türk Milleti, gözbebeği ordusuyla birlikte aşağılandı.

– ABD, PKK/PYD terör örgütüne desteği artırdı. Suriye’nin yüzde 25’ini terör örgütüne işgal ettirdi. PKK/PYD terör örgütü düzenli orduya dönüştürdü. Türkiye’nin güney sınırı terör üreten bir coğrafya durumuna getirildi.

– ABD, Irak ve Suriye’yi parçaladı ve göç projesiyle Türkiye, dünyanın en fazla göçmenine ev sahipliği yapan ülke konumuna getirildi.

– ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı; Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve silah sağlanmasında NATO ülkesi Yunanistan’ı desteklemeye başladı.

– ABD, Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarını vermedi; F-16 savaş uçaklarını vermemekte direniyor.

Türkiye ve ABD, iki NATO üyesi ülke… Bu kadar önemli krizlerin sahibi bir ülke, Türkiye’nin BEKA’sını olumsuz etkileyen kararlara imza atan bir NATO üyesi ABD, “Stratejik Ortak” ya da “Müttefik” olur mu?

1974 Kıbrıs Barış Harekâtına imza atan; 1975’te ABD’nin üs-tesislerini kapatan; 2003’te ABD askerlerinin Türkiye’de bulundurulmasını reddeden bu ülke değil miydi?

2 bin 500 yıl önce Sun Tzu şöyle demişti:

“Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür.”

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , , , , | “ÇUVAL KRİZİ” VE ABD” için yorumlar kapalı
Tem 09

LİDER KİMDİR?

LİDER KİMDİR?

İngiliz gazeteci, Sina’da karşılaştığı bir Bedevi’ye.
“Sence lider kimdir diye sorar.?”

Bedevi; Ben bir öykü ile, sorunuza cevap vereyim der.
Bedevi anlatır; Bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü’nde yol alırken. Birden ufuk çizgisi kararır. Çölün sessizliği, yoğunlaşır. Deneyimli Bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar.

Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca kazığa bağlar. Sonra heybelerden katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırı alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler, fırtına bulundukları bölgeye ulaşır.

Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağanağı, delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir: “Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin der.

Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder. Peki, başını çadıra sokabilirsin. diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır. fırtına giderek daha da azıya almaktadır.

Deve sahibine tekrar yalvarır.. Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur, şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım. Bu isteğe de ‘Peki’ der Bedevi…

Fırtına, sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır; “Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver.. Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır.

Bu duruma Bedevi ’den önce, deve tepki gösterir; “Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan.”


‘Lider kimdir? demiştiniz;
Bu hikâyeyi mesnet alarak cevap vereyim.
“Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır.”

Atatürk’ten sonraki lider İsmet İnönü;
Köy Enstitüleri’ni azaltarak,Cumhuriyet Devrimleri’nin kırsala uzanan kollarını kopardı.

Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı.
Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.

Sonraki lider Demirel; Menderes’ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.

Çoğumuzun , Cumhuriyet devrimlerinin, laisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir lider olan Ecevit, Fethullah ile yakın olmaktan bir sonuç bekledi.

Sonraki lider Turgut Özal; Zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.

Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar.

Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgâr gibi arkasına ve oy portföyüne alıp,
Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.

Ecevit, Bahçeli, Yılmaz’lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.

Recep Tayyip Erdoğan’la devenin hörgücüde artık çadırın içine girmiştir…

Özetle;
Atatürk’ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra yavaş yavaş girmesine izin verdiler.
İzin vermenin ötesinde teşvik ettiler.

Biz de Bedevi’nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:

1) Türkiye; ’10 Kasım 1938’den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, geçirmiştir.

2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine “vurmak” üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.

3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye’nin milli eğitim politikası “teokratikleştiril
miştir” ve “teokratikleştiril
mektedir”.

4) 29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen ‘devrim’, bila fasıla tam 100 yıl süren bir “Karşı devrim” ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.

Son söz:
“Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir.”
“Deve” deyip geçmeyin; kini çok derindir.
Sizi çadırın dışına atacak kadar.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , | LİDER KİMDİR? için yorumlar kapalı
Tem 08

UTANIYORUM

UTANIYORUM…

Bir ülke, başka ülkelerden milyonlarca insanın istilasına uğruyor hatta başka bir ülkenin ordusunun yüzbinlerce askerini, gizli anlaşmayla sınırlardan içeri alıyorsa, iktidarı da muhalefeti de tehdidin boyutlarını anlamamış görünüyorsa, buradaki sorun sadece okuduğunu anlamamak değildir elbette. Bunun bir proje olduğunu, asıl hedefin, Türk devletini yıkarak yerine başka bir devlet kurmak olduğunu anlamamak için gerçekten doğuştan sağır olmak ve bu sebeple dil öğrenememiş olmak gerekir. Öyleyse sorun anlamamak da değil…

Tabii sorun sadece bu da değil! Bugün Türkiye’nin içine düşürüldüğü ekonomik krizin, ülkenin yerli-yabancı iş birliğiyle soyulmuş olmasından kaynaklandığını görmemek için de soygundan pay alıyor olmak gerekir. Ülke fiilen işgal edilirken herkesin cebindeki para da çalınıyor ama biz hâlâ sebebi üzerinde anlaşamadık! Daha ötesini söylemeye utanıyorum…

Alıntı

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | UTANIYORUM için yorumlar kapalı
Tem 07

“KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ”

“KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ”

Çölde seyahat eden bir derviş, bir bedeviye rast gelir. Bedevi perişan bir halde ondan su ister. Onun bu haline acıyan derviş yardım etmek için devesinden iner. O anda deveye atlayan Bedevi hızla kaçmaya başlar.

Derviş ise arkasından var gücüyle koşmakta ve bağırmaktadır. “Evladım! Deve de senin olsun, üstündeki yiyecek de! Ne olur bu yaptığını kimseye söyleme!”

Bedevi, dervişin bağırmasını duymuştur. Hayretle döner ve sorar: “Issız çölde susuz ve devesiz kaldığını dert etmiyorsun da, dolandırıldığını mı dert ediyorsun?”

Dervişin cevabı ibretliktir:

“Derdim onlar değil. Bu haber bu diyarlarda duyulursa bundan sonra kimse çölde susuz kalmış birine su vermez!”

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , | “KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ” için yorumlar kapalı