Nis 01

ÖLÜMSÜZ ÖLÜM

ÖLÜMSÜZ ÖLÜM

101 yıl önce, Türk Töresinin öğrettikleri Cumhuriyet ile hayat buldu. Tüm dünyaya Türk’ün haklı mücadelesi ispatlandı ve ebediyete kadar var olacağımız kanıtlandı.

Bir yanımız Cumhuriyetimizin ikinci asrına adım atmasını büyük bir coşkuyla kutluyor, diğer yanımız ise bize bu Cumhuriyeti, vatanı, özgürlüğümüzü veren Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü yad ediyor. Milli Mücadele’nin devamında devrimler ile beraber kazandığımız haklarımıza, 101 yıl aradan sonra, yeniden dört elle sarıldığımız bir mücadele veriyoruz.

Öyle bir aydınlanma düşünün ki karanlık köşeler bir asır sonrasında dahi titremeye devam etmekte. Türk Devrimi’ne duyulan nefretin esas sebebi bu aydınlanmada gizlidir. Atatürk, büyük bir asker ve büyük bir devlet adamıydı ama hepsinden de önemlisi belki de en büyük devrimciydi. Damarlarında akan kandaki asaletin binlerce yıllık Türk Töresi ve bu töreye bağlı ilerici düşünce yapısı olduğunun bilincindeydi. Bu bilinç doğrultusunda “Türk’üm” diyebilmek, Ulu Önder için bir mutluluk ve övünç kaynağıydı.

1919 yılında Samsun’da atılan ilk adım, yüzlerce yıllık bir uykudan uyanışı temsil ediyordu. Töresi adeta unutturulmuş bir millet, bir Gökbörü’nün ardından topyekün mücadele için seferber oldu. Çetin geçen yıllar ardından, takvimler Ekim’in 29’unu gösterdiğinde ise bu zorlu bağımsızlık mücadelesi Cumhuriyet ile taçlandırıldı ve Türk ulusu geleceğini kazandı. “Benim en büyük eserim” dediği Cumhuriyetin yalnızca on beş yılına şahit olabildi Ulu Önder. 57 yıllık ömrüne birçok cephede savaşı, Gazi unvanını, binlerce kitabı, sayısız barışı ve en önemlisi de bir ulusun geleceğinin yok oluştan kurtuluşunu sığdırdı.

Atatürk’ün verdiği mücadele yalnızca savaşın ve barışın mücadelesi değildi. Kurduğu planlar, cephelerin hepsinden öteydi. Onun mücadelesi yeri geldiğinde ulusuna okuma yazmayı ve matematiği de öğretmekti. Bir ağacın kesilmemesi için evi de taşıyabilmekti. Çocuklara umut dolu bir gelecek verip onların da bir bayramının olmasını sağlamaktı. Birçok medeniyetten önce uygarlığın gelmesini sağlayıp Türk kadınına yeniden hak ettiği yeri vermekti. Onun mücadelesi yalnızca ulusunun barış dolu günler yaşaması için değil; bütün bölgenin ve tüm dünyanın da barış içinde olabilmesi içindi. Savaşı zaruri olmadıkça cinayet olarak gören en büyük savaşçı, nesillerin ebedi başöğretmeniydi.

Türk ulusunun Atatürk önderliğinde kazandıkları bir tesadüf değildir. Unutturulan bir tarihin ve o tarihten gelen özün aslına dönmesi idi aynı zamanda. Atatürk, damarlarımızda akan kanın anlamını biliyordu. O kanın bir daha akıtılmasına cüret edilmemesi içindi mücadelesi bir yerde de. Benliğini, kimliğini, özünü neredeyse unutmuş kalabalıkların isterse en büyük devrimleri bile başarabileceğinin ispatıydı önderliği. Erkeğin süngü taktığı yerde kadının top mermisi taşıyacağını gösterdi. Herkesin eşit olabileceğini ve eşit şekilde geleceği şekillendirme hakkının mümkün olduğunu dünyaya haykırdı. Bütün yokluklara ve baskılara karşı uçak dahi üretebilmekti devrimi. Tarımın yanında sanayinin de olabileceğini öğretti. Ezberin ve dogmanın yerine sorgulamanın bir toplumu ilerleteceğini anlattı. Bütün öğrettiklerine rağmen, günü geldiğinde, ilim ilerlediğinde sözlerine karşı ilmin seçilmesini tembihledi. “Ben gidersem Cumhuriyet gider” demedi ama O’nun yolundan uzaklaşıldığında Cumhuriyetin gidebileceğini de yıllar bizlere acı bir şekilde gösterdi.

Cumhuriyet yalnızca bir seçme-seçilme devrimi değildi. Rejimlerin ötesinde bir anlayışı barındırıyordu içerisinde. İçinde barındırdığı binlerce katman diğer bütün cumhuriyetlerden farklı olarak binlerce yıllık bir tarihin 20. yüzyılda kendine yeniden yer bulup, aynı zamanda da dünyaya örnek teşkil edebilecek kadar öneme sahip olmasıydı. Türk’ün vazgeçilmezlerinin yeniden Türk ile anlam kazanmasıydı Cumhuriyet. İşte, yıkmaya çalıştıkları o yüzden bir rejim değil; binlerce yıllık yüksek bir varlık birikiminin hayata geçmiş son kalesidir. Ve işte, yine bu yüzden de asla yıkılmayacaktır.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken aynı zamanda Türk uygarlığının ve töresinin yeniden tesisini ve öğretilmesini de amaçlamıştır. Uygarlığa erişmiş köklerimize yalnızca geri dönmekle kalmayıp bu uygarlığın tüm insanlıkla paylaşılması da devrimimizin esasları arasında yer almıştır. Çünkü Türk yalnızca yıldırım ve kasırga değil; dünyayı aydınlatan güneştir de. Bu yüzden O, ulusu için her zaman en güzelini ve en iyisini istemiştir çünkü özgür bir uygarlık yalnızca özgür olabilmiş insanlar tarafından kurulabilirdi ve o özgür insanlar da dünyayı güneş gibi aydınlatabilecek güce sahipti.

Dahili ve harici düşmanların özgürlüğümüze vurduğu prangaların esas itibariyle ne anlama geldiğini görmüştü ve gelecek nesilleri de uyarmıştı. Bizden ve bizim gibi gözükenler, sahip olduğumuz bu uygarlığı yok etmek için çok çabalamışlardı ve çabalamaya da devam edeceklerdi. Hırsız içeriden olunca kapının kilit tutmayacağı gibi, aziz vatanımızın da içeriden yıkılmaya çalışılacağını biliyordu. O yüzden kendi naçiz bedeni toprak olduğunda dahi Cumhuriyetin ilelebet ayakta kalacağını söyledi çünkü devrim için attığı temelin rejimin özelliklerinden değil Türk ulusunun bizzat kendisinden geldiğini biliyordu.

Atatürk, başardığı devrimler ile bizlere esasen bir hatırlatma yapıyordu: Türk’ün insana ve insanlığa verdiği değeri. Bu değerlerlerin ışığında kurduğu Cumhuriyet ise modern çağda devletlerin nasıl vücut bulması gerektiğinin bir dersiydi. Türk’ün ahlakında yaşatmak, özgür olmak, adalete bağlılık ve eşitlik gibi değerler ne denli önemli ise modern çağın diğer devletleri de bunlara saygı duyacak biçimde şekillenmeliydi. Yurtta ve dünyada barışın, savaşların bitirilmesinin ve insanı insanca yaşatmanın önemi bu devrimle başta Türk ulusuna, sonra da tüm dünyaya örnek teşkil ediyordu.

101 yıl önce, Türk Töresi’nin öğrettikleri Cumhuriyet ile hayat buldu. Tüm dünyaya Türk’ün haklı mücadelesi ispatlandı ve ebediyete kadar var olacağımız kanıtlandı. 86 yıl önce ise bizlere bunu hatırlatan, yeri geldiğinde yeniden öğretmek için çabalayan, öğrendikçe de ilerleyebilmemiz için yılmadan mücadele eden Ata’mızı ve Ebedi Başöğretmenimizi kaybettik.

Ebedi Başöğretmen olmasının en büyük ispatı, nesiller sonra bile, on milyonların Ulu Önder’i tanımadan askeri olmasıdır. O’nun öğrettiklerinin ışığı ile on milyonlarca Türk, Cumhuriyet’in ve tüm emanetlerinin ilelebet muhafızı olmayı kendine görev edindi. Bu yüzden, naçiz bedeninin toprağa dönmesi asla bir son değildi. Aksine tabiatın yağmurları ile yıkanmış çocuğun, yıldırımlardan ve kasırgalardan yeniden korkmamayı öğrenmesi için açılan bir sayfaydı. Türk, tabiatını tanıdığında yeniden yıldırım, kasırga ve dünyayı aydınlatan güneş olacaktır.

Cumhuriyetimiz ilelebet payidar kalacak; Mustafa Kemal Atatürk ölümsüz bir ölümde yolumuzu sonsuza dek aydınlatacaktır.

Alıntı: MDM Selçuk Erenerol

Posted in Gündem | ÖLÜMSÜZ ÖLÜM için yorumlar kapalı
Mar 30

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

30 Mart:

1842 – İlk kez bir ameliyatta dietil eter ile anestezi uygulandı.

1856 – Kırım Savaşı‘nı bitiren Paris Antlaşması imzalandı.

1863 – Wilhelm GeorgYunanistan kralı oldu.

1867 – AlaskaABD tarafından Rus İmparatorluğu‘ndan 7,2 milyon dolara satın alındı.

2006 – Marcos Pontes, uzaya çıkan ilk Brezilyalı astronot oldu.

II. Mehmed (D. 1432)

Vincent van Gogh (D. 1853)

Friedrich Bergius (Ö. 1949)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Mar 30

RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

RAMAZAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN

Bizi, başı rahmet ortası mağfiret sonu cehennemden azad Ramazan ayına ve ardında Ramazan Bayramına kavuşturan, bize şah damarımızdan yakın, kainatın yaratıcısı, alemlerin Rabbi Yüce Allah’a hamd olsun. Mutluluğuyla, huzuruyla, bereketiyle, sevgisiyle Ramazan Bayramınız kutlu ve mübarek olsun.

Nice bayramlara…

Ramazan BayramıŞeker Bayramı ya da İftar Bayramı (Arapça Îdü’l-FitrFarsçaÎd-ı Fitr), İslam âleminde oruç tutma ayı olan Ramazan ayının ardından üç gün boyunca kutlanan dinî bir bayramdırHicrî takvime göre onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç gününde kutlanır. Bayramdan bir önceki gün Ramazan ayının son günü olan arifedir.

Hicri takvim bir ay takvimi olduğu için yıllar güneş temelli miladi takvimden 11-12 gün kısadır. Bu nedenle Ramazan Bayramı her sene bir önceki seneden 11-12 gün daha erken kutlanır. Yaklaşık olarak her 33 senede bir Ramazan Bayramı aynı günlere tekabül eder.

Posted in Gündem | RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
Mar 29

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

29 Mart:

1430 – Osmanlı padişahı II. MuradSelanik‘i fethetti.

1941 – II. Dünya SavaşıMatapan Burnu Muharebesi sona erdi.

2004 – BulgaristanEstonyaLitvanyaLetonyaRomanyaSlovakya ve SlovenyaNATO‘ya kabul edildi.

2006 – Dünya’nın büyük bir bölümünde gözlemlenen tam güneş tutulması gerçekleşti.

2010 – Moskova metrosunda gerçekleştirilen intihar saldırılarında 40 kişi öldü.

Memduh Şevket Esendal (D. 1883)

Gordon Milne (D. 1937)

Carl Orff (Ö. 1982)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Mar 29

DEĞERLİ MİLLETVEKİLLERİ

“DEĞERLİ MİLLETVEKİLLERİ,

Adaletin tecellisi üzerine konuştuğumuz bir kanunun görüşmesini bitirirken;

Ne hazin bir denk geliştir ki;

İliç faciasının yıldönümü; İliç madencileri için adalet istemek durumunda kalıyorum…

Çayırhan madencileri için adalet istemek durumunda kalıyorum…

Ülkemin dün güne;

Tam 52 gün boyunca elektronik kelepçeyle evine hapis tutulan…

Yılın gazetecisi ödülünü alışını televizyon ekranından izlemek durumunda kalan…

Bütün bunlara müstahak görülmesine yol açacak tek satır da suçu olmayan bir gazetecinin “Özgürlük güzel” derken boşalan gözyaşlarının da sancısını yaşıyorum…

Sevgili Özlem’e selam olsun…

Barış Pehlivan’a, Kürşad Oğuz’a, Seda Selek’e,

Şu son İmamoğlu’nun tutuklanmasının protesto edenler ile ilgili haber yapan gazetecilerin tutuklanmaları ayrı bir sıkıntı…

Gazeteciliğin bedelini ödemeye, yargısızca mahkûm edilen Suat Toktaş’a selam olsun…

Onlara hatırlatmak istediğim biri var bugün…

Joseph McCarthy!

9 Şubat 1950…Dönemin Wisconsin Senatörü McCarthy, kürsüye elinde 205 kişilik bir “hain” listesiyle çıkıyor ve 6 saat boyunca Amerikan vatandaşlarını tehdit ediyordu…

15 Aralık 1950…

Bu defa daha özel bir liste vardı senatörün elinde;

Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, aktörler, profesörler…

Dönemin en ünlü, en etkili isimlerini hedef gösteriyordu.

O günlerde daha eşelenecek bir sosyal medya geçmişi de yok tabii!!

Yıllar önce katıldıkları bir dernek toplantısı, arkadaşlarının dünya görüşü yetiyordu ünlülerin kendilerini “komite” önünde bulmalarına!

Orson Wells, Charlie Chaplin, Arthur Miller ve Bertolt Brecht… Kimler yoktu ki…

Özür dileyenler, susanlar, sinenler, muhbirliği kabul edenler kariyerlerinin zirvesine tırmanırken, direnenler ise kendilerini hapis veya sürgünde buluveriyordu.

Üniversiteler ‘rahatsız edici’ görüş ve yayınları nedeniyle öğretim üyelerini kovuyor…

Amerikan kütüphanelerindeki 30 bin kitap ‘sakıncalı’ bulunarak kaldırılıyor…

Alice Harikalar Diyarı’nda, Huckleberry Finn yakılıyordu!

Amaç sistemi muhalefetsiz eştirmekti!

Toplum dayanaksız iddialarla baskı altında tutuluyor, korku duygusu, her şeyin mübah sayıldığı azgın yöntemlerle sömürülüyordu!

Korkuya yenilenler arasında kimler yoktu ki!

Larry Parks! Elia Kazan!

Meslekleri giyotine çevrilen gazeteci arkadaşlarıma, neden hatırlatıyorum bu isimleri;

Çünkü yaşattıkları ne varsa yaşadı her biri!

Öyledir; Devran döner!

Cadı avcısı McCarthy’nin usulsüzlükleri, bir dönem muhaliflerine zulmetmek için kullandığı kurumlar eliyle ve aynı yöntemlerle ifşa edildi…

Tek usulsüzlükleri mi? Özel görüşmeleri, ilişkileri en mahremi ortalığa döküldü…

Yargılandı. Önce itibarını, sonra seçimi ve en nihayetinde ibretlik şekilde hayatını kaybetti.

Çünkü devran döner! Keza muhbirlerinin akıbeti de farklı değildi;

Viva Zapata, İhtiras Tramvayı…

Hiçbiri Elia Kazan’ı yeniden “saygın” bir sinemacı yapmaya yetmedi.

Yıllar sonra ödül almak üzere katıldığı Oscar töreninde, meslektaşlarının protestosuyla karşılaşınca, sahnede titreyerek ancak şunu diyebildi; Utanıyorum!

Bugünün, bu ülkenin zalimdarları da gizli tanıkları da meçhul ihbarcıları da, yağdanlıkları da utanacaklar!

Cadı avı, Marvin Harris’in kitabındaki gibi “Kaybolan keçinin, tarlada kalan hasadın, akan damın, ölen çocuğun, vebanın, verginin… istenmeyen herşeyin hesabının, yönetenler yerine, cadılara”, yani sanal düşmanlara kesilmesini sağlayarak iktidarının elini rahatlatabilir, ona konforlu bir alan açabilir ama hepsi devran dönene kadar!

Bu devran da dönecek arkadaşlar!”

Alıntı: Selcan Taşçı

Posted in Gündem | DEĞERLİ MİLLETVEKİLLERİ için yorumlar kapalı
Mar 28

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

28 Mart:

193 – Didius JulianusRoma imparatoru oldu.

1802 – Pallas asteroiti, Alman astronom Heinrich Wilhelm Matthias Olbers tarafından keşfedildi.

1947 – Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu kuruldu.

1970 – Kütahya‘nın batısındaki Gediz yöresinde Gediz depremi meydana geldi.

2015 – Suriye İç Savaşı‘nda İdlib Muharebesi sona erdi.

Pertinax (Ö. 193)

Maksim Gorki (D. 1868)

Dwight D. Eisenhower (Ö. 1969)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Mar 28

TÜRK MİLLETİNE HAKARET

TÜRK MİLLETİNE HAKARET

MHP Genel Başkanının terör örgütü ile ilgili yaptığı “…4 Mayıs Pazar günü Muş’un Malazgirt ilçesinde PKK’nın kongresini toplayarak…” çağrısı hakkındaki görüşlerimiz.

Türkiye büyük bir kaynama içindedir.

Tam da bu kaynama devam ederken MHP Genel Başkanı’nın bölücü terör örgütüne, Türk’e Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt savaşının yapıldığı ilçede kongre toplaması için çağrı yapması Türk milletini derinden yaralamıştır.

MHP Genel Başkanı adına yapılan bu çağrının, MHP’nin hangi organı tarafından karara bağlandığı belirsizdir ve soru işaretleri taşımaktadır.

MHP Genel Başkanı’nın Türk milletinin binlerce evladının şehadetine ve bir o kadar gazinin de hayatını yardımsız idame ettirememesine sebep olan terör örgütüne yaptığı bu çağrı Türk tarihine kara leke olarak geçecektir.

PKK kongresinin Anadolu’ya Türk mührünün vurulduğu Malazgirt’te yapılması teklifi de manidardır. Maşeri vicdanda büyük bir yara açacaktır. Mondros Mütarekesi’nin, Çanakkale’yi geçemeyen Agamemnon zırhlısında imzalanmasını hatırlatmaktadır.

Tek bir kişinin aldığı kararla yapılan ve Türk milletinin bugünü kadar geleceğini de ilgilendiren bu çağrının sorumluluğu sadece MHP genel başkanına değil MHP Başkanlık Divanı’yla, bütün il ve ilçe teşkilatlarına aittir. Onların geçmişte gösterdiği sorumluluğu tekrarlamalarını beklemek Türk milletinin hakkıdır.

Tarihe ve Türk milletine karşı sorumluluk sahipleri bir kere daha düşünmek zorundadırlar. Aksi takdirde tarih onları da yargılayacaktır.

Kaynak: Millî Düşünce Merkezi

Posted in Gündem | TÜRK MİLLETİNE HAKARET için yorumlar kapalı
Mar 28

İMAN ET ALLAH’A HADDİNİ BİL KUL..

İMAN ET ALLAH’A HADDİNİ BİL KUL..

* * *

Şûra hakkı ile verip baş başa

Ne taşa zarar ver,  ne de bir kuşa

Her varlığın ömrü bağlı bir yaşa

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Kutsal vahiy geldi ilk Arafat’ta

Akılla, vicdanla yürü sıratta

Toz bile değilsin bu kâinatta

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Nesin, ne değilsin? Bir kendine bak

En güzel surette gör, yaratmış Hak

Doğruyu, güzeli seç, kafana tak

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Bir organın, havan, suyun olmasa

Gökteki Güneşin, ayın olmasa

Düşün, ne yapardın soyun olmasa

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Kâinat akordu sanma ki fonsuz

Yaratmış serveti, nimeti sonsuz

Âlem ne olurdu bir anlık O’nsuz

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Şimdiden kendini ateşe atma

Sonsuz ahireti hevese satma

Yanılıp şaşıp ta inkârı tatma

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Bazı kullar nasıl fikir etmiyor

Sonsuz hazineye akıl yetmiyor

Bir cehalet yıllar yılı bitmiyor

İman et Allah’a haddini bil kul…

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | İMAN ET ALLAH’A HADDİNİ BİL KUL.. için yorumlar kapalı
Mar 27

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

27 MartDünya Tiyatro Günü

1625 – I. Charlesİngiltere ve İrlanda kralı oldu.

1941 – Yugoslavya‘da Dušan Simovićkansız bir darbe ile yönetimi ele geçirdi.

1958 – Nikita KruşçevSSCB‘de Sovyetler Birliği Bakanlar Konseyi başkanlığına yükseldi.

1977 – Kanarya Adaları‘nın Tenerife Kuzey Havalimanı‘nda Tenerife faciası gerçekleşti.

1994 – Eurofighter Typhoon, ilk test uçuşunu yaptı.

Wilhelm Röntgen (D. 1845)

Halid Ziya Uşaklıgil (Ö. 1945)

Quentin Tarantino (D. 1963)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Mar 27

GÜN GELİR…

GÜN GELİR…
Hırsızlar zengin…
Metresler eş…
Serseriler adam olur…
Odundan kapı, taştan saray olur…
Gün gelir…
Çivisi çıkar dünyanın…
Konuşamayanlar hatip…
Şifa veremeyenler tabip…
Yazamayanlar kâtip olur…
Ama yine öyle bir gün gelir ki…
işler ters döner
Aldatan, bir gün sadakat için…
Çalan, bir gün adalet için…
Döven, bir gün şefkat için yalvarır…
diye devam edip giden
Ömer Hayyam’ın bu güzel eserinin içeriği ile ilgili olduğundan, Hitler dönemiyle ilgili bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum .
1932 de yapılan seçimlerle Hitler 608 üyeli Alman meclisinde, 230 milletvekiline sahip olarak Şansölye oldu .
1933’de yapılan erken seçimlerde ise bu kez milletvekillerinin tamamını aldı.
Artık Tek Adam; yani diktatör olmuştu.
Bu yazımda Alman bilim insanlarını, Alman teknolojisini, Alman Üniversitelerini yazmayacağım.
Leibniz, Kant, Hegel, Marx, Nietzsche, Goethe gibi dünya düşün tarihinin en önemli Alman düşünürlerini sıralamayacağım.
İlkokuldan başlamak üzere Alman eğitim sisteminin ne kadar mükemmel olduğundan bahsetmeyeceğim.
Sadece cahil ve ruh hastası bir adamın böyle eğitimli bir halkı nasıl peşinden sürüklediğini irdeleyeceğim!
Almanya’da tarihinin en karanlık dönemi başlamıştı …
Masum insanların dükkanları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar sokak ortasında zalimce aşağılanıyordu.
Gazeteciler dövülüyor,
Siyasi cinayetler işleniyor,
Muhalif her çıkış cezalandırılıyordu.
Yargı Hitler’in sopası olmuştu.
Genç papaz Dietrich Bonhoeffer, zulme karşı çıkıp itiraz edince
hapse atıldı, Ağır işkencelerden geçirildi.
Hapisteyken bu konu üzerine uzun uzun düşündü ve Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yattığına kanaat getirdi.
Ona göre:
* Kötülükle mücadele etmeniz mümkündü ama organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu.
* Çünkü Aptal insanlar hallerinden memnundular.
* Sonra da Aptallığın bir zekâ problemi değil, ahlâkî bir problem olduğunu saptadı.
* Entelektüel birikimleri, iyi eğitimleri olduğu halde insanlar aptal olabiliyorlardı.
* İnsanlar belli koşullar altında aptallaşıyorlardı. Buradan yola çıkarak, aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir sorun olduğu sonucuna vardı.
* Onları bu ağır şizofreni uykusundan çıkarmanın tek yolu bağımsız ve özgür olmalarını sağlamaktı.
Almanlar ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsız ve özgür olabildiler ama Bedelini de çok ağır ödediler.
Yirmi iki milyon Alman öldü, Almanya harabeye döndü.
Conrad Adenaur’un şu sözleri tarihe geçti:
“Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız” demişti.
Şimdi bana bu yazıyı neden kaleme aldığımı, niçin paylaşım gereği duyduğumu umarım sormazsınız.
Ama Başkalarının okumasını da sağlarsanız, yurttaşlık görevinizi yapmış olursunuz.

Alıntı

Posted in Hikayeler | GÜN GELİR… için yorumlar kapalı