Şub 21

O, YÜREĞİ ÖPERİM

O, YÜREĞİ ÖPERİM

* * *

Beni deryaya salan yumruk kadar bir azam

Bu sevgi her vakitte her haliyle muazzam

İyi bak ey gözlerim, iyi kaydet hafızam

Yanmışım alev, alev buram, buram tüterim

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Uzak olan gönüller bir yol bulur erişir

Yüreğim sevgin ile her dört mevsim değişir

Hiç unutmaz bu yürek yüreğinle sevişir

Lütfet bana ey canan seven kalbe yeterim!

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Bir güzelin aşkıyla derbeder olmuşum ben

Erimişim, akmışım, kurumuş, solmuşum ben

Tıka basa sevgiyle bir ömür dolmuşum ben

Kimdir ki Ferhat, Mecnun ben onlardan beterim

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Neymiş ıtır kokusu, kanarya sesi neymiş?

Bana has kokusuyla candan nefesi değmiş

Koskoca evren bile bu sevgiye baş eğmiş

Bülbül kıskanır beni şakır şakır öterim

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Bir an olsun üzmekten, incitmekten korkarım

Sensiz olunca yürek dağılmıyor efkarım

Her iki cihanda da keşke olsaydın karım

Sensin yaşam sevincim, sensin prenses, perim

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Saf, temiz hem dupduru sevgiye gönül bandım

İsteyerek, uçarak hem de gönüllü kandım

Bir güzelin aşkına bir ömür boyu yandım

Her çileye hazırım, gerekirse biterim

Bana sevgi bahşeden o, yüreği öperim

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , | O, YÜREĞİ ÖPERİM için yorumlar kapalı
Şub 21

PROF. DR. ZEYNEP DENGİ KORKMAZ

PROF. DR. ZEYNEP DENGİ KORKMAZ

6 Şubat 2025’te Türkologların annesini kaybettik. Asırlık bir çınar devrildi. Kaybımız ve acımız büyüktür.

Zeynep Dengi-Korkmaz 5 Temmuz 1922’de Nevşehir’de doğdu. İlk ve orta tahsilini Urla’da yaptı. İzmir Kız Lisesi’nden de 1940’ta mezun oldu ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu. Bölümden 1944 sonunda mezun olan Zeynep Hanım 1948’de Türkoloji Bölümü’nde açılan sınavı kazanarak Prof. Dr. Saadet Şakir Çağatay’ın asistanı oldu. Asistan olmadan önce başladığı doktora tezi olan “Güney-Batı Anadolu Ağızları (Ses Bilgisi)” başlıklı tezini de 1950’de savunarak “dr. phil.” unvanını kazandı.

1949’da tarih öğretmeni olan Mehmet Korkmaz ile evlendi. Bir yıl sonra Korkmaz çiftinin ilk çocukları olan Gültekin (1950) yedi yıl sonra da ikinci oğulları İltekin (1957) doğdu. Zeynep Hanım aynı yıl Doçent unvanını aldı. 1964 yılında ise Profesörlüğe yükseltildi.

Almanca ve İngilizce bilen Zeynep Korkmaz 16 kitap ile 300’e yakın araştırma-inceleme yazısı yazmıştır. Araştırmaları ile PIAC’ın altın madalyasını kazanan tek Türk türkologdur. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu üyeliği, TRT Yönetim Kurulu üyeliği, Türk Dil Kurumu Yürütme Kurulu üyeliği, Yüksek Öğretim Kurulu üyeliği ve Başkan yardımcılığı yapması onun idari görevlerinden bazılarıdır.

Zeynep Korkmaz 1984’te bir trafik kazası sonrasında eşi Mehmet Korkmaz’ı kaybetti. Sonraki 40 küsür yılını yalnız yaşadı. Eserlerini yazdı. Kitaplarını da Nevşehir Üniversitesi’ne bağışladı. Nevşehir Üniversitesi Konferans Salonu’nun adı artık “Prof. Dr. Zeynep Korkmaz Konferans Salonu” adını taşımaktadır.

Ben Türk Dil Kurumu’nda 29 yıl çalıştım. Bunun 15 yılında Yürütme Kurulu üyesi olarak Zeynep Hanım ile yan yana oturduk. Güzel günlerimiz geçti. Birçok hatıramız oldu. Yurt içinde ve yurt dışında birçok bilim seyahatini birlikte yaptık. Hamza Zülfikar, İsmail Parlatır ve ben onun Türkiye’deki üç oğlu idik.

Ben ve eşim Ayşegül Zaman zaman hocamızla telefonla konuşurduk. Hafızası her zaman güçlü ve berrak idi. Güzel bir ömür sürdü. 100 yaşını idak etti ve “Dalya” dedi. 103 yaşında aramızdan ayrıldı. Başta âilesi olmak üzere akraba, hısım, dost ve öğrencilerinin başı sağ olsun. Allah taksiratını affedip annemize, hocamıza Cennetinde yer versin.

Alıntı: Osman Fikri Sertkaya

Posted in Hikayeler | PROF. DR. ZEYNEP DENGİ KORKMAZ için yorumlar kapalı
Şub 20

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

20 Şubat:

1835 – Şili‘nin Concepción şehri, depremle yerle bir oldu.

1933 – Adolf Hitler, Nazi Partisi’nin seçim kampanyası için para toplamak amacıyla sanayicilerle gizli bir toplantı yaptı.

1944 – II. Dünya SavaşıBig Week olarak bilinen hava harekatı başladı.

1962 – Mercury-Atlas 6, ilk Amerikan yörüngesel uzay uçuşunu gerçekleştirdi.

1970 – İstanbul‘da Boğaziçi Köprüsü‘nün temeli atıldı.

Henri Moissan (Ö. 1907)

Kurt Cobain (D. 1967)

Ferruccio Lamborghini (Ö. 1993)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Şub 20

İNSANIN DEĞERİ

İNSANIN DEĞERİ

Kötü kediler gibi evlatlarını yiyip, boğan bir ülkeyiz. Türkiye’de insan olmak yahut yurttaş olmak zor. Siyasal iktidarların davranışlarına, heva ve heveslerine göre insanın değeri değişiyor. İktidar işine geldiğinde özgürlük alanlarını kısıtlayabiliyor.

Halihazırdaki gelişmelere bakıldığında siyasal akılın, kendi insanını tüketmekten, yok etmekten yorulmadığı görülüyor.

Hatırlayalım.

12 Eylül öncesi binlerce genç insanımızı kayıp ettik.

FETÖ meselesi bir başka garabet.

Bölücülük ve terör sebebiyle çok insan kaybımız oldu.

Sınavlarda üstün başarı gösterenleri mülakatlarda eledik. Hak gaspını mantığa büründüren iktidar, kendini haklı göstermeğe devam etti.

Depremlere bakın. Bilimsel ölçütlere ve bilimin gereklerine uymak yerine, çıkara, torpile, adam kayırmaya dayalı inşaatlar yaptırdık, sürecinin sonunda binlerce insan kaybı yaşadık.

Daha iki hafta önce Bolu’da Kartalkaya’da bir otel yandı ve 78 can yok yere hayatını kayıp etti.

Sebep?

Uluslararası normlara, bilimsel ölçütlere, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir yönetim sistemi, işletme yönetim felsefesi geliştiremediğimiz için.

Başka?

Kayırma, kollama, bizden, sizden diye yatırımlara izin verdiğimiz için.

Bu sebepledir ki ölümlerin nedeni açıklanamayacak kadar zor değil, çok basit.

İşletmecinin mantığı şu: Masrafız çok kazanayım da kime ne olursa olsun.

İşte bu, insanın değeri meselesidir.

Sorulması gereken soru şudur: Sadece devleti yönetenlerin değil, her bir yurttaşın gözünde insanın değeri nedir? Buna bakmak lazım. Çünkü devleti yönetenler de bu toplumdan birileridir. Dolayısı ile asıl mesele, kültürün insana bakışı ve insana verdiği değerdir. Maalesef bu alan sorunludur. Geçtiğimiz ay Sırbistan’da öğrenciler ve halk sokaklara döküldü.

Neden?

15 kişinin hayatını kayıp ettiği bir tren kazası yüzünden. Cumhurbaşkanı Vucviç ve belediye başkanının istifasını istediler. Sonuç da aldılar.

İşte bu fark; kültürün insana, olaylara, gerçekliğe bakışıdır.

Bir de bize bakın.

Depremde 50 binden fazla insan öldü.

Sonra ne oldu?

Kerameti büyük hocalar; “Depremi veren Allah’tır” deyip suçu Allah’a yükledi. “Bizi sınıyor” diyenler oldu. İktidar, kadere boyun eğmemiz gerektiğini söyledi. Onlar da dolaylı yoldan sorumluluğu üzerinden atıp, Hak Teala’ya yüklediler.

Halbuki yıkılan binalara ruhsatı Hak Teala vermedi. İnşaat planları onun onayından geçmedi. İzinsiz yapılara affı o getirmedi. Ancak kulları tarafından fatura ona kesildi. Bu durum da dini öğretinin sorunlu olduğunu gösteriyor.

Kısaca insanın değeri önemsiz.

“Allah’tan gelene ne diyelim. Ölenlere rahmet dileyelim” deyip geçtiler.

Mağdurlar hak arayışına başladı. Davlar açıldı. Mahkemeler henüz kimseyi mutlu edemedi. Binlerce insan öldü ama değeri yokmuş gibi davranılıyor.

Geldiğimiz noktada konutlara kim neden ve nasıl izin verdi hiçbirimiz öğrenemedik. Sorumlulardan insan hayatını hiçe saydıkları için ceza alan kamu görevlilerine, siyaset adamlarına şahit olamadık. Halbuki seçim uğruna izinsiz yapılaşmaya getirilen “İmar affını” bir çeşit inşaat hatalarını ve kusurlarını değilmiş gibi yok saymaktı.

Sözü tekrarlıyorum belki ama, işte bu insanın değeri sorunudur.

Yakın geçmişte de benzerleri oldu. Maden facialarını hatırlayalım. Dünyanın her yerinde çeşitli ülkeler maden çıkarıyor. Gelişmişinden gelişmemişine kadar hiçbir ülkede bizdeki gibi insan hayatı hiçe sayılmıyor. Olaylardan ders çıkarıp önlem alınmıyor. Alınmadığı gibi sorumlular yargıdan kaçırılıyor. Tüm bu olaylarda zamanında görevini doğru yapıp önlem almayanlara kim ne cezası verdi?

Kimseye hak ettiği ceza verilmedi.

Öyle ise sorumluluk bilincini de sorgulamak zorundayız.

İnsanın değeri, toprağın, ormanların, çevrenin, coğrafyanın değeri bu olaylardan bağımsız değil.

Hatırlayalım: Kaz Dağlarını talan ettiler.

Sadece ormanlar değil, hayvanlar da zarar gördü. Anadolu’nun pek çok yerinde, köylüler ağaçlara sarıldı. “Suyumuza, toprağımıza, zeytinimize zarar verdirmeyiz” dediler.

Sonunda ne oldu?

İktidar karşılarına, halkın evlatlarından devşirdiği kolluk gücünü dikti.

İkide bir lafa “medeniyetimiz, medeniyetimiz” diye başlayanların sözünü ettikleri medeniyette insanın değeri hiç yoktur.

Alıntı: Ahmet Gürsoy

Posted in Gündem | İNSANIN DEĞERİ için yorumlar kapalı
Şub 19

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

19 Şubat:

1915 – I. Dünya SavaşıÇanakkale Savaşı başladı.

1943 – Kasserine Geçidi Muharebesi başladı.

1945 – II. Dünya Savaşı: Yaklaşık 30.000 ABD askeri, Japonya‘nın Iwo Jima adasına çıkartma yaptı.

1959 – Londra Konferansı sona erdi; Birleşik KrallıkKıbrıs Cumhuriyeti‘nin bağımsızlığını tanıdı.

1986 – Sovyetler BirliğiMir uzay istasyonunu uzaya gönderdi.

Nicolaus Copernicus (D. 1473)

David Garrick (D. 1717)

Stanley Kramer (Ö. 2001)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Şub 19

SEN NE UĞURSUZ KADINSIN

SEN NE UĞURSUZ KADINSIN

Adam komaya girmiştir. Yanında ise karısı vardır… Adamın gözleri nemli, kısık sesiyle karısına doğru bakar ve konuşmaya başlar:

“İlk işten kovulduğum zaman yanımdaydın. İflas ettiğim gün oradaydın. Vurulduğum zaman ilk gözümü açtığımda seni gördüm. Trafik kazası geçirdiğimde hastanede hep başucumda sen vardın…

Kadın takdir edilmenin verdiği mutluluk içerisimdedir.

Adam konuşmasına devam eder:

“Şimdi komadayım yine başucumdasın. Sonunda anladım ama, çok geç oldu; yahu sen ne uğursuz kadınsın!!!”

Posted in Fıkralar | SEN NE UĞURSUZ KADINSIN için yorumlar kapalı
Şub 18

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

18 Şubat:

1856 – Osmanlı İmparatorluğu‘nda Islahat Fermanı yayımlandı.

1930 – Amerikalı astronomi tutkunu Clyde Tombaugh, 33 cm’lik bir teleskopla Plüton‘u keşfetti.

1943 – NazilerBeyaz Gül hareketi üyelerini tutukladılar.

1965 – Gambiyaİngiltere‘den bağımsızlığını kazandı.

2021 – NASA‘nın keşif aracı PerseveranceMars‘a indi.

Michelangelo (Ö. 1564)

John Travolta (D. 1954)

Robert Oppenheimer (Ö. 1967)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Şub 18

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.” Mustafa Kemal Atatürk

* “İki Mustafa Kemal var. Biri ben, fert olan, fâni olan Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal’den ise ancak biz diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık münevver, milliyetperver vatandaşlar… İşte o Mustafa Kemal ölmez…” Mustafa Kemal Atatürk

* “Bir kere yanlış trene bindiyseniz, koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur”. Nietzsche

* “Kendimi insanlara anlatmayı, işlerine geleni duyduklarını fark ettiğimde bıraktım…” Mark Twain

* “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.” 16.Yüzyıl Giordano Bruno

* “Sadece kitap okumak yetmez. Meydan okumayı da bilmeli insan. Kendine, Dünya’ya, hayata.” Tolstoy

Posted in Atasözleri Vecizeler | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Şub 17

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

17 Şubat:

1600 – İtalyan filozof Giordano Bruno, aykırı görüşler savunduğu için diri diri yakılarak idam edildi.

1944 – II. Dünya Savaşı‘nda Eniwetok Muharebesi başladı.

1949 – Haim Weizmannİsrail‘in ilk cumhurbaşkanı oldu.

2000 – MicrosoftWindows 2000 işletim sistemini piyasaya sürdü.

2008 – KosovaSırbistan‘dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlık ilan etti.

Molière (Ö. 1673)

Geronimo (Ö. 1909)

Michael Jordan (D. 1963)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Şub 17

TÜRK, TÖRE İLE DİRİLİR!

TÜRK, TÖRE İLE DİRİLİR!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarlarına dönmesi ısrarla savunulmalıdır. Lakin bu savunulurken de kuruluşumuzun ne olduğu çok iyi anlaşılmalıdır. Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı devrimlerin yeterince anlaşılmamış oluşu bizleri bugünlere getirmiştir. 

İhanet, dört bir koldan ulusumuzu, vatanımızı, değerlerimizi ve en önemlisi de geleceğimizi sarmış durumda. Yeniden bir varlık mücadelesinin ortasında olan Türk milleti belki de hiç olmadığı kadar umutsuz bakıyor artık geleceğe. Vatanında yalnızlığa terk edildiğini hissetse de hala milyonlar sesini hiç olmadığı kadar gür çıkarmaya çabalarken umutsuzluğa düşmek yapabileceğimiz en büyük ihanettir. Durumumuz umutsuzmuş gibi gözükse dahi umudunu yitirmiş ulusumuzun şevkinin ve ruhunun yerine getirilmesi umudunu yitirmeyenlerin birincil görevidir.

Düşman sanıldığı gibi güçlü, zeki veya her şeye muktedir değil; sadece arsız, pişkin ve kötülükten beslenmektedir. Bu kötülüğün karşısında ancak ve ancak iyi, adaletli ve yiğit olmak bizlere bu mücadeleyi kazandıracaktır çünkü bunları aynı zamanda töremiz bizlere emretmektedir.

Nasıl mı?

Binlerce yıldır atalarımız gelecek nesillere töre ile uyarılarda bulunmuş, Türk’ün devletinin töreye ihanet ile nasıl yıkılacağını anlatmıştır. Adaletten, eşitlikten, iyilikten ve insanlıktan uzaklaşmış yöneticiler ve buna göz yuman uluslar varlığını devam ettiremezler. Yönetenler budunun geleceği için bu kurallara kayıtsız şartsız uymak zorundadır. Uluslar da aynı şekilde hem kendi sosyal ilişkilerinde töreye sadık olmalıdır, hem de töreden uzaklaşan yöneticileri uyarmak ile mükelleflerdir. Şayet Türk’ün töresinin belirlediği bu toplumsal sözleşmeye taraflar saygı duymazsa da kaçınılmaz olarak devletin sonu gelir.

“Türk, Oğuz Beyleri, budun dinleyin:

Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk Budun, El’ini Töre’ni kim bozabilir?”

Bilge Kağan bizlere neden bu uyarıda bulunmuştur? Çünkü yiğit, savaşçı ve adil olan Türk’ün devletini ancak bu yoldan sapmışlar bozguna uğratabilirler. Başka güçlerin Türk’ün devletine zarar vermesi Türk’ün aklına kolay gelecek bir olasılık değildir. Bu yüzden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk de töre ile kurulmuş son Türk devletinin ilelebet payidar kalacağını dünyaya haykırmıştır.

Türk’ün töresi yok etmeyi değil var etmeyi ve varlığa mutlak saygıyı içerir. Göklerden geldiğine inanan Türk yeniden Gök tarafından kabul edilebilmek adına görevini yerine getirir. Bu sebeple tüm kişioğullarına, doğaya ve tüm canlılara, başka inançlara saygı ve sevgi duyar; düşmanına bile. Lakin ne zaman düşman gaddarlık sergilerse o vakit Türk, taş üstünde taş bırakmamayı da iyi bilir.

Büyük Türk hakanları gibi Başbuğ Atatürk de bizleri birçok defa uyarmış ve gelecekteki dahili ve harici düşmanlarımızın neler yapacaklarını söylemiştir. Binlerce yıldır uyarılan Türk ulusu zaman zaman bu uyarıları ve tarihinde yaşananları unutmuştur. Töresine sırtını dönmüş Türklerin başı felaketten hiçbir zaman kurtulmamıştır. Bunu bilmemize rağmen bu uyarılara inatla sırt çevirmekteyiz ve hatayı hep dışarıda aramaktayız. Ulusumuz ne yazık ki fikri yönden işgal edilmiştir. Tarihimiz, kültürümüz, varlığımız bizlere unutturulmaya çalışılmaktadır. Kimileri din ile kimileri ise etnik siyaset yardımıyla kontrol altına alınmıştır. Bizlerin bir araya gelmemesi adına her türlü yola başvurulmuş; kısmi olarak da başarıya ulaşmışlardır. Halbuki oyunun daha devam ettiğinin birçoğu farkında dahi değillerdir.

Kimisi için tarihin tozlu sayfalarındaki beylik laflar artık manasını yitirmiştir. Çünkü onlar umutlarını yitirmiş ve bile isteye sıkıca kapattıkları gözleri yüzünden karanlıktan şikayet etmektedirler. Cesaretini yeniden kazananlar ise gözlerini açmaya başladıkça atalarını tanımaya gayret ederek o gücü içlerinde bulmaktadırlar. Ne Ulu Önder Atatürk’ün ne de cesaretini topladığı büyük Türk bilgelerinin sözleri ve uyarıları boşuna değildi. Tarih sahnesinden Türklüğü silmeye çalıştıkları anda dahi küllerinden yeniden doğmuş bir ulusun mücadelesiyle yedi düvel bozguna uğratılmıştır. Bütün imkansızlıklar içerisinde dahi bir Gökbörü’nün kararlılığı Türk ulusunun yolunu aydınlatmıştır. Türk’ün zaferini kabullenemeyenler, bu zafere kara çalabilmek için yenildikleri günden beri süngüyü bir kenara koymuş ve kaleme sarılmışlardır. Bu sefer amaçlarına ulaşmak için dahili yolları kullanarcaklardı.

İşte bugün yaşanılan umutsuzluğun temek sebebi de budur.

Zihinlerimizi işgal etmek için çabalayanlar, dört koldan umutsuzluk aşılayanlar, halkın feryatlarına kulağını tıkayan yöneticilerin çeşit çeşit laf salatası ile gündemi geçiştirmelerinin temel sebebi bu fikri işgaldir. Cesaret edip gözlerimizi açtığımızda kazanamayacaklarını bildikleri için bizleri kendimize yabancılaştırmak için çabalıyorlar. Herkesin bir rolü var ve hepsi rolü uyarınca ihaneti aramıza zerk etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarlarına dönmesi ısrarla savunulmalıdır. Lakin bu savunulurken de kuruluşumuzun ne olduğu çok iyi anlaşılmalıdır. Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı devrimlerin yeterince anlaşılmamış oluşu bizleri bugünlere getirmiştir. Pirincin içindeki beyaz taşlar önce devrimlerin anlamını yitirmesine sebep oldu sonrasında da diledikleri gibi eğip bükme cesaretini kendilerinde buldu.

Atatürk’ün devrimlerinin tamamı Türk’ün binlerce yıllık töresinden geliyordu. Buna rağmen arkasına sığındıkları yalanları toplumun zihnine yerleştirip Türk’ü kendi devrimine yabancılaştırdılar ve hatta düşmanlaştırdılar. Türk tarihine karşı siyasal dinciliği ve etnik ayrımcılığı kuvvetlendirdiler. Altı Ok’u öcüleştirdiler. Laikliği din karşıtlığı, milliyetçiliği  ise ırkçılığa dönüştürdüler. Halkçı olanlar komünist oldu, cumhuriyetçiler ise askeri vesayetçi. Devletçiliği savunduğunuzda da babalar gibi sattılar. Hiçbir devrimin bir manası kalmayana ve tamamen unutulana kadar karaladılar. Önce bizi aramızda böldüler sonra da kendi içimizde hepimizi bir yere savurdular. Tüm mahalleler birbirine düşman olana kadar durmadılar.

Günden güne uydurulan bir tarih ile bizi sahte bir yakın geleceğe hapsettiler ve Bilge Kağan’ın kim olduğunu unutturdular. Binlerce yıllık Türk töresinin emirlerini devrimle yeniden Türkiye Cumhuriyeti’nde dirilten Atatürk’ün Batı hayranı olduğunu uydurdular. Halbuki Fransız Devrimi’nden önce, devrime ilham veren yazarların Tuğrul Bey’in laiklik anlayışını kitaplarda yazdıklarını bilmezler. Türk, uygarlığın yükseldiği yerlere ilham olmuşken bizleri sahte medeniyetlere yem etmeye çalıştılar. Geçmişe bir sünger çekmeye çalışarak yarınımızı çaldılar.

Son Türk kalana dek, Elmadağı’na çıkacaklar bitmez!

“Türk! İrkil! Uyan! Özüne dön!

Bilge ol! Alp ol! Düzgün ol!”

Alıntı: MDM Selçuk Erenerol

Posted in Gündem | TÜRK, TÖRE İLE DİRİLİR! için yorumlar kapalı