“Cani,” “vampir” ile “barış” adıyla da olsa pazarlık yapmak, ancak ve ancak kafalarındaki düşüncenin aynı olması ile mümkündür. “Yeni Anayasa” diyerek BDP ile yapacağını söyleyerek bizleri“kandırmak,” ülkeyi içinden çıkılamaz badirelere sürüklemektir.
Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı Hamit Köse, içi kan ağlayarak: “Bizim İmralı’daki katille şahsi bir davamız mı vardı?” “Türkiye ihanet içinde… Başbakan devlete karşı işlenen suçları devlet affeder diyor. Çocuklarımızı devlete teslim ettik. Bizim adada yatan bebek katili ile şahsi bir davamız mı var? Devletin davası mı oluyor? ABD’nin, AB’nin destekleri ile AKP, PKK, BDP, kol kola girmişler. Ülkeye ve en önemlisi de şehit ailelerine ihanet ediyorlar. İhaneti görüyoruz.” diyor.
Ülkesinde terör olaylarına karışan teröristlere hangi başbakan “sınır dışına çıkabilirler,” “üçüncü bir ülkeye gidebilirler” der, terör elebaşı ile pazarlık yapar?
Bu yapılanlar hukuki midir? Anayasaya uygun mudur? Hukukçular, bu yapılanların Anayasal suç olduğunu ifade ediyorlar.
Hele“BOP Eş Başkanlığı,” “Patriotlarla yabancı askerlerin yurda ayak basması”, “Suriyeli teröristlerin himaye edilmesi” vs…
Bütün bunların Anayasa suçu olduğunu bilen AKP şu anda 4. Yargı paketi ile af konusunu gündeme hazırlıyor. Bir yandan da Türk Milleti’nin tepkisini kontrol etmeye çalışıyor.
Şu anda, “hayatlarını canilerle mücadeleye adamış tutuklu Kahraman Türk subay ve askerleri ile “canileri” bir tutarak, gelecekte ise kendilerini kurtarmak adına af çalışmalarını yürütmektedirler” deniliyor.
Bu oyunları bozacak tek güç, en büyük hak ve söz sahibi Türk Milletidir.
Necip Milletimizin uyanması dileğiyle…
“Türkiye İhanet İçinde”…
“Cani,” “vampir” ile “barış” adıyla da olsa pazarlık yapmak, ancak ve ancak kafalarındaki düşüncenin aynı olması ile mümkündür. “Yeni Anayasa” diyerek BDP ile yapacağını söyleyerek bizleri“kandırmak,” ülkeyi içinden çıkılamaz badirelere sürüklemektir.
Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı Hamit Köse, içi kan ağlayarak: “Bizim İmralı’daki katille şahsi bir davamız mı vardı?” “Türkiye ihanet içinde… Başbakan devlete karşı işlenen suçları devlet affeder diyor. Çocuklarımızı devlete teslim ettik. Bizim adada yatan bebek katili ile şahsi bir davamız mı var? Devletin davası mı oluyor? ABD’nin, AB’nin destekleri ile AKP, PKK, BDP, kol kola girmişler. Ülkeye ve en önemlisi de şehit ailelerine ihanet ediyorlar. İhaneti görüyoruz.” diyor.
Ülkesinde terör olaylarına karışan teröristlere hangi başbakan “sınır dışına çıkabilirler,” “üçüncü bir ülkeye gidebilirler” der, terör elebaşı ile pazarlık yapar?
Bu yapılanlar hukuki midir? Anayasaya uygun mudur? Hukukçular, bu yapılanların Anayasal suç olduğunu ifade ediyorlar.
Hele“BOP Eş Başkanlığı,” “Patriotlarla yabancı askerlerin yurda ayak basması”, “Suriyeli teröristlerin himaye edilmesi” vs…
Bütün bunların Anayasa suçu olduğunu bilen AKP şu anda 4. Yargı paketi ile af konusunu gündeme hazırlıyor. Bir yandan da Türk Milleti’nin tepkisini kontrol etmeye çalışıyor.
Şu anda, “hayatlarını canilerle mücadeleye adamış tutuklu Kahraman Türk subay ve askerleri ile “canileri” bir tutarak, gelecekte ise kendilerini kurtarmak adına af çalışmalarını yürütmektedirler” deniliyor.
Bu oyunları bozacak tek güç, en büyük hak ve söz sahibi Türk Milletidir.
Necip Milletimizin uyanması dileğiyle…
“Bir gün Behlül’ün üstü başı dağınık bir hâldeydi. Her tarafı toz toprak içindeydi. Onu bu hâlde gören, uzun bir yolculuktan dönmüş zannederdi. Behlül Dânâ’nın mânevî makamlar sahibi bir veli olduğunun farkında olmayan, onu sıradan bir meczup zanneden bazıları, onunla dalga geçmek ve eğlenmek kastıyla sordular:
–Ey Behlül! Bu ne hâl böyle! Nereden geliyorsun? Behlül’ün cevabı hiç de onların bekledikleri türden değildi:
–Cehennemden geliyorum!
Soruyu soranlar kendi kendilerine: “İşte yine deliliği tuttu, böyle cevap olur mu?” diyerek tekrar sordular.
–Peki, cehennemde ne işin vardı?
Behlül yine hiç istifini bozmadan aynı tavırla:
–Ateş lâzım oldu da onun için gitmiştim.
–Peki, ateşi aldın mı bari?
Behlül’ün cevabı müthişti:
–Hayır, maalesef ateşi alamadım. Cehennemin bekçileri bana: “Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir.” dediler.
Birisi Behlül Dânâ’ya sordu:
–Senin oturduğun, yattığın, sığındığın bir yer yok mu?
–Elbette var.
–Peki, nereye sığınırsın?
–Azizle hakirin, zenginle fakirin müsavi olduğu yere, dedi.
–Orası neresi? diye sorulunca
–Mezarlık, diye cevap verdi.
–Peki, gecenin karanlığında, orada yalnız kalınca yabancılık çekip, korkmuyor musun?
–Ben kendi yalnızlığımı ve içinde bulunduğum karanlığı, mezarda yatan ölülerin yalnızlığı ve karanlığıyla mukayese ettiğim zaman bende ne yabancılık kalıyor, ne de korku…
Behlül Dânâ Hazretleri, bir gün pazara üç tane kuru kafa getirerek, onları satmaya başladı. Her üç kafanın da fiyatları farklı farklıydı. Tabiî millet merakla Behlül Dânâ’nın etrafına toplandı. Önüne açtığı tezgâhın üzerindeki bu kuru kafaları sattığını öğrenince sordular:
–Ey Behlül! Bu kafaları kaça satıyorsun?
Behlül Dâna:
–Birini bir paraya, birini on paraya, birini de ağırlığınca paraya satıyorum, diye cevap verince, oradakilerden bir tanesi taaccüb ederek sordu:
–Ey Behlül! Bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu hâlde sen üçüne de ayrı ayrı fiyat biçiyorsun. Bunların birbirlerinden ne farkı var ki?
Behlül Dânâ Hazretleri, bunun hikmetini şöyle anlattı:
–Birincisi, taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşüktür; çünkü bu hiç nasihat dinlemez ve nasihata ihtiyaç duymaz. İkincisi, yani on paralık kafa ise, nasihat dinler; ama nasihati tutmaz… Söz onun bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise, tam kafadır. Bu kafa, hem nasihat dinleyip onunla amel eder, hem de öğrendiklerini başkasına öğretir. İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum.
Behlül Dânâ’nın annesi ısrarla oğlunu evlendirmek istemiş ve nihayet oğlu Behlül’ü zorla da olsa evliliğe ikna etmişti. Günü geldiğinde düğünü yapmışlar ve gelini getirmişlerdi. Sırf annesinin sözünü kırmamak için evlenmeyi kabul eden Behlül, zifaf gecesi hanımıyla baş başa kaldığı zaman kulağını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Sonra Behlül Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi:
–Şu ana kadar seninle evli idik; fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya – âhiret kardeşimsin.
Sabah olunca merakla damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle birlikte aynı oda da bulamadılar. Hâl böyle olunca Halife Harun Reşid, telâş içinde kaldı. Her yere bakıp, onu aradılar, nihayet Behlül’ü dergâhında buldular: Ona
–Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? diye sordular. O:
–Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde birtakım sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan kimi elbise, kimi tahsil, kimisi de mal–mülk diye feryat ediyorlardı. Ben bunlarla uğraşıp da ibadetimden mahrum olmaktansa, kapıyı açmayayım daha iyi dedim ve çareyi onu boşamakta buldum, dedi.
Behlül Dânâ bir kere daha böyle bir olay yaşamış; artık bundan sonra ne kadar ısrar ettilerse de ona evlenmeyi kabul ettirememişlerdi.”








