May 28

TARİHTE BUGÜN

28 MayısAzerbaycan‘da Bağımsızlık Günü (1918)

1830 – ABD Başkanı Andrew JacksonAmerikan Kızılderililerinin yurtlarından çıkarılıp sürülmelerine olanak tanıyan Kızılderili Tehcir Yasası‘nı imzaladı.

1871 – Paris Komünü düştü.

1930 – New York‘un önemli sembollerinden birisi olan Chrysler Binası‘nın yapımı tamamlandı.

1937 – Volkswagen otomobil firması kuruldu.

2013 – Türkiye‘de Gezi Parkı olayları başladı.

Louis Agassiz (D. 1807)

Anne Brontë  (Ö. 1849)

Bülent Ecevit (D. 1925)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
May 28

KARBOĞAZI ZAFERİ                                      

KARBOĞAZI ZAFERİ

  Osmanlı İmparatorluğuI. Dünya Savaşı‘nı kaybetmiş, ordusu Mondros Ateşkes Antlaşması‘yla silahsız bırakılmıştı. Osmanlı askerleri terhis edildi fakat Anadolu‘da işgale karşı direnmek için Kuvâ-yi Milliye birlikleri oluştu. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan 47 gün sonra Fransızlar antlaşmayı ihlal ederek 17 Aralık 1918 tarihinde Mersin‘i, Güneybatı tarafını ise İtalyanlar işgal etti.

Fransızlar Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz ile bağlantısını kesmek amacıyla Türk kuvvetlerinin yardım yolu olan Gülek Boğazı‘nı ilhak etmeye başladı. Gülek Boğazı’nın kontrol edilmeye çalışıldığını gören Kuvâ-yi Milliye kuvvetleri ve Fransızlar arasında çatışmalar başladı.

              Fransızlar Toros dağlarından geçen demiryolunu denetlemek için Pozantı‘da bir birlik konuşlandırmışlardı. ‘Pozantı Fransız Garnizon Komutanı’ “Verdün kahramanı” Binbaşı Menil’di. Bir bacağını Verdün’de kaybetmişti. Yardımcısı Georges Journois’di. (Journois daha sonra generalliğe kadar yükselecek ve İkinci Dünya savaşında çarpışacaktır.) Komutan Menil’in eşi ise Başhemşire olarak Pozantı güneyindeki Belemedik köyünde kurulmuş olan küçük sahra hastanesini yönetiyordu. Ancak Kuvai Milliye Pozantı’yı güneye bağlayan demiryolunu ele geçirince, Menil kuvvetleri kuşatılmış oldu ve Fransız kuvvetleri Adana Komutanı General Dufreux (Düfyo) emriyle uçaktan atılan pusulalarla Gülek Boğazı’nın tehlikeli olduğu, fakat Yayla Çukuru (Gülek), Namrun, Gözne üzerinden Mersin’e geçmesini, oradan Fransız gemilere alacaklarını bildirdiler. Bu emir üzerine Menil Pozantı’yı boşaltarak çekilmeye karar verdi. Sürpriz bir kaçış planlamıştı. Kaçış için 26 Mayıs 1920’yi 27 Mayıs 1920’ye bağlayan geceyi seçti. Fransız Taburu 9 subay, 696 er, 1 yaralı subay, 8 yaralı er, 4 süvari, 44 Rum ve Ermeni sivil, 39 Türk esirleri ile 10 ağır yaralıları olduğu halde Pozantı’dan ayrıldılar. Fransız taburunun bu yürüyüşü hızlı, sessiz gerçekleşiyordu Yanlarına Türkçe bilen Ermeni kılavuzları ile şoseyi takip ederek Tekir’e geldiler. Buradan Elmalı Boğazına doğru ilerlediler. Fakat yöredeki çobanlarla karşılaştılar. Bilgi almak, yol bulmak için yardım istediler. Binbaşı Menil’in aldığı bütün önlemlere boşa çıkmıştı. Çobanlık eden Kumcu Veli ve Yanık Hacca Güleklilere haber ulaştırmayı başardı. Genellikle Güleklilerden oluşan 44 kişiden 10 kişi artçı, geriye kalan 34 kişinin yarısı Kar Boğazı’nın Delmeli Mezarlık vadisinin batı kısmına, diğer yarısı doğu kısmına pusuya yattılar.

               28 Mayıs sabahı erken saatlerde pusuya yattıkları yerde sabırla Fransız kuvvetlerin gelmesini beklediler. Tamamı ateş hattına girmeden hiç kimse ateş etmedi. Bir atış sonrası çapraz ateş altına alınan yorgun Fransız kuvvetleri neye uğradıklarını şaşırdılar. Ağır silahlarını katırlara yükledikleri için ürken katırlar kaçınca hafif silahlarıyla kaldılar. Fransız kuvvetleri ağır kayıplar verdiler. Gülekliler Fransız kuvvetlerine teslim olma çağrısı yaptı. Türkçe bilen Ermeni tercüman Artin “Kumandan teslim olmayı kabul ediyor. Görüşme yapmak için içinizden rütbeli birisini ister” diye seslendi. O anda ateş kesildi.  Gülekli Kemal, yanında Fransızca bilen Albayrak müfrezesinden Besim Bey olduğu halde  Fransızların yanına kadar geldiler. Binbaşı Menil, yenilmişliğin ağırlığı acısıyla birlikte heyecanlı ve soğuk terler döküyordu.  Bir an için ayağa kalkarak “Olanları kabul ediyorum, içinizden rütbeli bir subay ile görüşmek, şartlarda anlaşmak isterim” dedi.  Kemal Bey, isteği kabul etti. Ancak rütbeli kumandanın  Panzin Çukurunda (Yayla Çukuru-Gülek) olduğunu orada görüşme yapılacağı üzerinde anlaşıldı. Gece saat 12.00’de  (28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece yarısı)  Panzın Çukurunda bir köy evinde kilimlerle düzenlenmiş bir salonda Fransız Binbaşı Menil, yanında Yüzbaşı Jousse ve tercümanı Artin olduğu halde  buluştular. Gelgez’deki pınar başında Türk’ün alicenaplığı ve hoşgörüsü ile karşılandılar. Sonra yer sofrası hazırlandı. Bulgur pilavı ayran, turşu ikramı yapıldı. Fransızlar zehirleniriz korkusuyla isteksiz davranınca önce     

             Güleklilerle birlikte komutanlar yemekten yediler. Bunu gören Fransız esirler de yemeklerden yemeğe başladılar.

            Daha sonra Çamalan Jandarma Komutanı Mehmet Tevfik ve Merkez Süvari Takım Komutanı Kemal ile aşağıdaki 10 maddeden oluşan anlaşmayı kabul ettiler.            

            1-Esirlerin hayatı ve bütün malları güvenlik altında bulundurulacak:

            2-Esirlerin iaşesi Türk hükümetine sağlanacak

            3-Esirlerin aileleri ile yapacakları mektuplaşmalara sansüre tabi tutulacak

            4-Esirlerin memleketlerinden gönderilen koliler muayeneden sonra esirlere verilecek

            5-Subaylar arasında milletler arası hukuka göre muamele yapılacak

            6-Hasta ve yaralılar Türk hastanelerinde tedavi altına alınacak

            7-Daha önce Belemedik’te esir alınan ve halen orada bulunan Bayan Menil, Fransız komutanına teslim edilecek

            8-Türk vatandaşı olduğu halde Fransızlarla işbirliği yapan Ermenilere kanunun emrettiği şekilde muamele yapılacak

            9-Binbaşı Menil’in kılıcı kendisinde bırakılacak

            10-Silah ve teçhizat teslimi yapıldıktan sonra tabur eratı kendisine gösterilen yerde istirahat edecek ve daha sonra hükümetçe gösterilen kamplara gönderilecek.

            Menil, özellikle Bu protokol kabul ettikten sonra Menil askerlerine hitaben şu konuşmayı yaptı:

“Fransız hükümetinin, bizim Pozantı’da mahsur bulunduğumuz sırada iki defa Kavaklı han şosesini bir defa da şimendifer hattını takiben göndermek istediği imdat kuvvetlerinin, Pozantı’ya ilerlemek için yaptığı taarruz muvaffak olamadı. Tayyare vasıtası ile gönderdikleri talimatta, Bizim kurtulabilmemizi kendi idaremize terk ederek,  Pozantı’dan huruç hareketi yapmamızı, gönderdikleri krokide gösterdikleri yolu takiben  Gülek, Namrun (Çamlıyayla), Gözne istikametine hareketle Mersin civarına varmamızı, Mersin civarına vardığımızda deniz toplarının himayesinde bizi içeri yani Mersin’e alabileceklerini ve şose yolunu katiyen takip etmememizi, çünkü Kavaklı han ile Çamalan arasında 15.000 kişilik Türk kuvvetleri bulunduğunu bildiriyordu. Biz de pusuya düşürüldüğümüz zamana kadar vazifemizi tamamen ve harfiyen yaptık. Ne yapalım ki talih bize yardım etmedi. Vazifenizi çok iyi ifa ettiğinizden dolayı hepinizin ellerinden sıkmak isterim. Fakat şimdi buna ne sizin ne de benim vaktim müsait değil. Yine de şerefli Türk ordusuna teslim olduğumuzdan dolayı müteselliyim. Hayatımız taht-ı emniyete alınmıştır.”

Ayrıca “Savaş hatırası kılıcımı almayın, askerlerimin de silahlarına dokunmayın” diyordu.  

Kılıcının kendisinde kalması ancak askerlerin savaş kuralları gereğince silahlarının alınacağı, güvenliklerinin sağlanacağı hususunda anlaşıldı. Hazırlanan  anlaşma şartlarını belirten yazılı kâğıt üzerine imzalar atıldı. 29 Ağustos 1920 Cumartesi günü Binbaşı Menil ve Fransız esirlerin silahlar teslim alındı.

             Karboğazı Baskını, Çukurova’nın kurtuluşunda bir dönüm noktasıdır. Ankara Anlaşması‘nın temelini oluşturması yönüyle çok önemlidir. Kesin Türk zaferiyle sonuçlanan çatışmada, Fransız kuvvetleri 200’ün üzerinde kayıp verdiler. 100’ü yaralı olmak üzere 650 er ve 1 Binbaşı 23 subay esir alındı. Fransız esirleri Bucaklı Hasan Ağa Bucak köyüne götürdü. Bu önemli başarılarının ardından olayın kahramanlarına Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Devamlı başarılarınızı tebrik eder, size ve kahraman Kuvâ-yi Milliyemize selam ve teşekkür ederim. ” telgrafı iletildi ve Karboğazı kahramanı Gülekliler tebrik edildi.

Posted in Gündem | KARBOĞAZI ZAFERİ                                       için yorumlar kapalı
May 27

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

27 Mayıs:

1703 – Rus Çarı I. PetroSankt-Peterburg şehrini kurdu.

1941 – Alman zırhlısı Bismarck, geminin İngiliz donanmasının eline geçmemesi için mürettebatı tarafından batırıldı.

1952 – Avrupa Savunma Birliği AntlaşmasıParis‘te imzalandı.

1958 – Amerikan F-4 Phantom II çok amaçlı avcı-bombardıman uçağı ilk uçuşunu yaptı.

1960 – 27 Mayıs DarbesiTürk Silahlı Kuvvetleri adına Millî Birlik Komitesi, Türkiye’de yönetimi üstlendi.

İbn Haldun (D. 1332)

Robert Koch (Ö. 1910)

Christopher Lee (D. 1922)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
May 27

OYUN İÇİN YARATILMADIK

OYUN İÇİN YARATILMADIK

Behlül-i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve;

“Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna.” dedi ve çocuğun başını okşadı.

Çocuk bakışlarını Behlül’e çevirdi ve;

“Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık.” dedi.

Behlül bu söze şaştı ve çocuğa;

“Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık.” diye sordu.

Çocuk;

“Allahü teâlâyı bilmek ve O’na ibâdet etmek için.” dedi.

Behlül hazretleri;

“Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu.

Çocuk, Mü’minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen; “Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?”

Hazret-i Behlül tekrar;

“Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasîhat et.” dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti.

Kendine geldiğinde çocuğa;

“Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?” diye sordu.

Çocuk da;

“Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem’in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum.” dedi.

Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ hazretleri tekrar ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.

Onlar;

“Tanımadın mı?” dediler.

Behlül;

“Hayır.” deyince, onlar;

“Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur.” dediler.

Behlül de; “Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi.” deyip oradan ayrıldı.

Posted in Fıkralar | OYUN İÇİN YARATILMADIK için yorumlar kapalı
May 26

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

26 Mayıs:

961 – II. OttoAlman Krallığı tahtına çıktı.

1894 – Rusya‘nın son çarı II. Nikolay taç giydi.

1938 – Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) ilk oturumunu yaptı.

1970 – Sovyetler Birliği yapımı Tupolev Tu-144 süpersonik uçağı, Mach 2 hızını aşabilen ilk ticari hava taşıt aracı oldu.

1972 – ABD ve SSCB arasında balistik füzelerin sınırlandırılması antlaşması imzalandı.

III. Mehmed (D. 1566)

Miles Davis (D. 1926)

Martin Heidegger (Ö. 1976)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
May 26

ÜLKÜCÜLÜK

ÜLKÜCÜLÜK

56 yıldır nefer olarak çalıştığım ülkülerim, ülkücülük genel başkanın ağzından çıkan sözcüklerden ibaret değildir. Öyle zannedenler ya saftırlar ya salaktırlar ya da satılmışlardır!…

Türk milliyetçiliğinin, Türk ülkücülüğünün içini boşalttınız, ülkücüleri sırtından hançerlediniz!… Davaya ihanet ettiniz!…

“Ne mutlu türküm” diyene, diye, diye ülkücülerin mübarek oylarını istismar ettiniz!

Türkü, Türklüğü, Türkçülüğü, cumhuriyeti bitirmek isteyenlere payanda, koltuk değneği oldunuz.

Asıl görevinizi sahte tavırlarla gizleyerek ülkücü, milliyetçilik maskesi kullanarak aziz Türk yurdunu parçalamak için mi çalışıyorsunuz? bunun için mi bozkurtları darmadağınık ettiniz?  Ülkü ocaklarını, Türkav’ı, Türk Kamu Sen’i, teşkilatları sessizliğe gömdünüz!

Adınıza bir de Türkmen Beyi eklediniz!… Türkmen Beyi değil, Türkmen şerisiniz!..

O yiğit ülkücülerin, aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin laneti sana ve seninle birlikte ihanete destek veren çaşıtlarının üzerine olsun…

Ama şunu unutmayın ki bu büyük Türk millet bu çemberi başınıza geçirir.ve geçirecektir.

*****

6 Temmuz 1997‘de partinin başına geçtin ve 1999‘da %17,98 oy alarak ikinci büyük parti olarak 129 millet vekile alarak meclise girdin.

Koalisyon hükümetinde 12 bakanlıkla ikinci büyük ortakken ve daha seçimlere çok süre varken ne hikmetse erken seçime gidelim dedin.

3 Kasım 2002 genel seçimlere 125 vekille girdiğin meclise %18 oy oranını seçim isteyerek %8,3’ e düşürdün. Meclise giremedin. Neden? sen böyle bir görev mi aldın ey bahçeli?

Bugün, seçim meydanlarında hırsız diye bağırdığın, mecliste her zorda kaldığında omuz verdiğin, iktidarın önünü açtın. Seni buna kim zorladı?

Peki o bozduğun hükümette ne yaptın?

Uzun seneler kimsenin imzalamadığı, imzalamaktan kaçındığı ikiz yasaları imzaladın. miting meydanlarında “ülke bölünüyor, iki dil olmaz, özerklik olmaz, üniter devlet diye nara attığın halde bugün cumhuriyet düşmanlarının şımarmasına destek veren o yasaları sen imzalamadın mı? o zaman hükümetten niye çekilmedin?

Katil başı yakalandığında idam cezasının kaldırılmasına çekince koymak yerine, bu köpek asılmadan olmaz diyerek niye hükümeti o zaman bozmadın?

Ekonomik kriz bahanesi ile Türk kurultayına karşı çıkıp, iş adamlarının destekleri ile kurultayı gerçekleştiren devlet bakanı Abdülhalik Çay’ı azlederek ve 2000 yılında cumhurbaşkanlığı seçiminde tam bir Türk ve Türk bilgesi Sadi Somuncuoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında etrafındaki vekil görünümlü fedailere linç ettirerek Sezer’i seçtirdin.

Sonra nereden, nasıl, niye geldiği belli olmayan bir ilham geldi. Ülkeyi seçime götürdün ve meclis dışında kaldın.

Bugün hırsız, haliçte deterjanlarla yıkansa bile temizlenmez dediğin partiyi meclise sokarak iktidar olmasını sağladın.

Bozkurtlara sokağı yasaklayarak meydanı çakallara bıraktın. Erciyes’i kurultayını, Türk dünyası kurultayını vb. bitirdin, ocakları mafya yuvası haline getirdin.

2007’de ne hikmetse tekrar meclise girdin. “Türklük önemli değil, Türk olmaktan kurtulduk vb.” diyen, bu ülkenin dağına, taşına “Ne mutlu Türküm diyene,” yaza, yaza ülkeyi geriye götürdünüz.” diyen, İngiliz yüksek oval ofiste kraliyet nişanı alan Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirdin.

Saatini 17/25’te durdurduğun ve i hırsız diye bağırdığın iktidar; türban dedi, destek verdin. Millî Eğitim’de 4+4+4 dedi, destek verdin. Her zorda kaldığında desteğini esirgemedin.

Desteklediğin iktidar; dağlardan, şehirlerden “ne mutlu türküm diyene” yazılarını sildi, söktü, çöpe attı, ne yaptın?

Okullardan andımızı kaldırdı, ne yaptın?

Bayrağımız indirildi. Bayrağımız ve iki askerlerimiz yakıldı. Atatürk heykelleri ne saldırıldı ne yaptın?

Yurdumuzun bir bölgesine Kürdistan dendi. Gölge bir devlet kuruldu, ne yaptın?

Türk ordusu darmaduman edildi. Subayları hapsedildi. Ordudan atıldı. Genel kurmay Başkanı terörist başı ilan edildi. Kozmik odaya girilip, bütün bilgiler düşmanlarımıza servis edildi. Tüm bunlar olurken sen ne yaptın? Grup toplantısında konuşmaktan başka ne yaptın?

“Türklükten şerefimle istifa ediyorum. Allah’ın huzurunda tövbe ya Rabb’i. Tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme “diye tövbe eden Şeyhülislam Mustafa Sabri haini, Sevr’i imzalanmasına çalışan, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idamına fetva veren, Mustafa Kemal ve milliyetçiler hakkında ölüm fetvalarını kaleme alan, hain Şeyhülislam Mustafa Sabri şu anda Kahire’de “kafir” kabristanında bu hain şeyhülislamla yan yana yatan ve Mustafa Sabri’nin yakın arkadaşı Mehmet İhsan Efendinin oğlu

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bulup getirdiniz. Bu adamı aday göstererek eş başkan recep Tayyip’i Cumhurun başı yaptırdınız.

Meydanlarda yazılmış metinleri camdan okuyarak astınız kestiniz hesap soracağım dediniz.

Her konuşmanın sonunda “ne mutlu türküm” diyene diyerek Türk milletinin gazını aldınız, milletin üzerine demet, demet karanfil atarak görevinizi tamamladınız!

Göreviniz Türk milliyetçilerinin, ülkücülerin önce oyunu, sonra gazını almak, sonra da Türk milliyetçilerinin, ülkücülerin şahlanışının önünü kesmek, tüm önlemlerinize rağmen o partiye sızan, bir şekilde meclise giren milliyetçileri ve ülkücüleri önce meclisten uzaklaştırmak sonra da partiden ihraç ederek, gerçekten kime hizmet ediyorsunuz?

Siz kimsiniz?…

O partinin ismindeki “milliyetçi “ifadesini çıkarın artık. Bu zamana kadar o ifadeyi kullanarak yani milliyetçi, ülkücü ifadelerini “mühre” kuşu gibi kullanarak bu ülkenin öz be öz Türk çocuklarını avladınız.

Dün Hasip Kaplan’a “gel Hasip yanıma otur. Meclisin renkleri tamamlansın.” derken! bugün millet size %60 ‘lık bir güç vermişken, niye bir araya gelerek bir hükümet kurmadınız. Niye meydanlarda astıklarınızdan, kestiklerinizden elinize fırsat geçtiği halde hesap sormayarak, kayıkçı kavgası ile ülkeyi bir seçime daha sokarak, BOP Taşeronlarını tek parti olarak meclise soktunuz. Ülkenin bölünmesinin, ülkenin

soyulmasının önünü açtınız!

Bundan sonra Türkiye’de bu iktidarın yaptığı her icraatın, birinci derece de sorumlusu sen ve ekibindir.

Aslında önemli olan ben’sem gerisi teferruattır diyen, sen ve ekibin, birazcık gururunuz varsa;

Düşün artık Türk milliyetçilerinin, ülkücülerinin yakasından.

Bu iktidar Allah diye, diye milleti dinden etti.

Siz de maske olarak kullandığınız milli sloganlarla, milleti milliyetçilikten, ülkücülükten soğutacaksınız.

Yüzsüzlüğün lüzumu yok.

Düşün artık milletin yakasından.

Bütün Ülkücüler adına

Alıntı: (Sehzade)

Posted in Gündem | ÜLKÜCÜLÜK için yorumlar kapalı
May 25

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

25 Mayıs:

1571 – İspanya KralıVenedik ve PapaOsmanlı Devleti aleyhine ittifak kararı aldı.

1937 – Paris‘te 1937 Dünya Fuarı başladı. Eyfel Kulesi‘nin de yer aldığı fuarda İşçi ve Çiftçi Kadın Heykeli ve Nazi yapımı heykel karşılıklı sergileniyordu.

1982 – Falkland Savaşı sırasında İngilizlerin HMS Coventry adlı destroyeri Arjantin uçakları tarafından batırıldı.

1989 – Mihail GorbaçovSovyetler Birliği devlet başkanı oldu.

1997 – Afganistan‘dan kaçan General Raşid Dostum Türkiye‘ye sığındı.

Ralph Waldo Emerson (D. 1803)

Pieter Zeeman (D. 1865)

Wojciech Jaruzelski (Ö. 2014)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
May 25

BİRBUÇUK MÜRİDİM VAR

BİRBUÇUK MÜRİDİM VAR!

Bayramiye tarîkatı, asıl ismi Numan olan Hacı Bayram-ı Velî’nin Ankara’da kendi adına kurmuş olduğu tarîkattır.

1352–1436 yılları arasında yaşamış olan Numan Efendi Hazretleri, eski ismi Engürü olan Ankara’nın Zülfazl Köyünde (sonradan ismi “Solfasol” şeklinde değiştirildi) doğdu.

Doğduğu muhitte iyi bir tahsil gördü. Birçok ilim dalında kendini yetiştirdi. Tahsilini tamamladıktan sonra da, yine aynı muhitte müderrisliğe başladı.

Böylesine yüksek bir kabiliyet ve meziyet sahibi olduğundan haberdar olan “Somuncu Baba” lâkaplı Ebu Hamidüddin Hazretleri, onu Kayseri’ye dâvet eder.

Genç müderris Numan, bu dâvete icabet ederek Kayseri’ye gider ve Halvetiye tarîkatının mürşidi olan Somuncu Babaya mürit ve talebe olur. Hocasıyla görüşmesi Kurban Bayramına rastlaması hasebiyle de kendisine Bayram ismi verilir.

Mürşidi Somuncu Babadan zahirî ve batınî dersler alan Numan Bayram, 1400’lü yılların başında hocasıyla birlikte Şam, Mekke ve Medine’yi içine alan yaklaşık üç yıllık bir hac seyahatinde bulunur. Bu tarihten sonra, ismi Hacı Bayram olur. Mânevî sahada terakki etmesi sebebiyle de halk arasında “Hacı Bayram–ı Velî” ismiyle anılmaya başlar.

Somuncu Babanın 1412’de Aksaray’da vefat etmesi üzerine, Hacı Bayram–ı Velî de Ankara’ya gelir ve kendi adına kurmuş olduğu Bayramiye tarîkatının başına geçer.

Hem tarîkat şeyhi olan hem de müderrislik yapan Hacı Bayram’ın mürit ve talebeleri hızla çoğalmaya başlar. Kısa sürede sayıları binlere bâliğ olur. Bu da, haliyle birtakım rahatsızlıklara sebebiyet verir. Sımavna Kadısı Şeyh Bedreddin (1360–1416) gailesinin acıları henüz çok tazedir. Acaba, bu da Şeyh Bedreddin gibi devlete isyan edecek bir kuvvete erişmek mi istiyor gibi, korku ve tereddüt dolu istifhamlar, hükümet merkezine kadar ulaştı.

Ankara, o tarihte Edirne’ye bağlıdır. Yani, Saltanat merkezi henüz Edirne’dir. Osmanlı tahtında Sultan Fatih’in babası Sultan II. Murad Han var.

Faaliyetinin siyasî olduğu zannedilen Hacı Bayram hakkında şikâyetlere karışan korku dalgası, nihayet Padişahın kulağına kadar geldi.

Sultan Murad, bu meselenin tahkik olunması, endişelerin izale edilmesi gerektiğini söyleyerek, bir ferman hazırlattı. Hacı Bayram’ın derhal Edirne’ye gelip kendisiyle görüşmesini emreden bu ferman, hâlden anlayan iki çavuş nezaretinde Ankara’ya doğru yola çıkarıldı.

Olup bitenleri keşfen gören ve kendisini Edirne’ye celp eden padişah fermanının yolda olduğunu hisseden Hacı Bayram, hiç zaman kaybetmez ve kendisi de Edirne’ye doğru yola çıkar. Nihayet, çavuşlarla yolda karşılaşır ve birlikte Edirne’ye dönerler.

Edirne’ye gelen Sultan II. Murad Han ile görüşen Hacı Bayram-ı Velî, huzurda çok büyük hürmet ve itibar görür. Kimse ona karşı hürmette kusur etmez. Yapılan konuşmalardan sonra, Hacı Bayram’ın yanlış anlaşıldığı ve Şeyh Bedreddin gibi bir şahsiyet olmadığı kanaatine varılır. Yani, ona sûizan edilmiş ve gereksiz evhama kapılanlar olmuştur.

Endişeleri izale olan Sultan Murad, önce Hacı Bayram’ın Edirne’de kalmasını arzu eder. Bu kabul edilmeyince de, hükûmetten bir isteğinin olup olmadığı sorulur. Hacı Bayram şu talepte bulunur: “Mürid ve talebelerimin vergiden ve askerlikten muaf tutulmasını arzu ederim.”

Bu arzu aynen yerine getirilir. Hacı Bayram, Ankara’ya döner. Bu kez, eskisinden çok daha fazla alâkaya mazhar olur. Zira, hem devlet katında ibra olup meşrûiyet kazanmış, hem de ona mürit olana büyük bir muafiyet bahşedilmiştir.

Hükümet tarafından sağlanan bu maddî ve mânevî muafiyet sayesinde, Bayramiye Tarîkatı, çığ gibi büyümeye başlar. Hacı Bayram’ın dergâhı talebe ve müridlerle dolup taşar.

Bu arada, sırf askerlikten yırtmak ve vergiden muafiyet kazanmak için de gelip mürit olan açıkgöz bazı kimselerin olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Haliyle, bu durum hükümetin hoşuna gitmez. Nice zamandır, Engürü (Ankara) eyaletinden asker gelmez, vergiler alınmaz olmuştur. Müritlerin bu derece çoğalması, hükümetin bir kez daha endişelenmesine sebebiyet verir. Bu meyanda gelen şikâyetlerin de haddi hesabı yoktur.

Sultan Murat Han, Hacı Bayram Hazretlerine hitaben bir ferman daha yazıp göndermeye mecbur olur. Der ki: “Vergiden ve askerlikten muaf olacak kaç müridin var ise, adedini tebliğ buyurasız ki, beyânın aynen kabulümdür.”

Bu fermanı götüren hükümet adamları, nihayet Ankara’ya ulaşır ve Hacı Bayram’ın huzuruna çıkıp nezâket içinde durumu arz ederler. Hacı Bayram ise, onlara şunu söyler: “Hükümetin endişesine hiç mahal yoktur. Hakikî müritlerimin adedi fazla değildir. Yekûnu bir, yahut bir buçuktur. Dilerseniz bir imhitan yapalım, hakikat ortaya çıksın.”

İmtihan yeri, Zülfazl (Solfasol) Köyünün Kanlıgöl mevkiidir. Hacı Bayram-ı Velî, her tarafa haber salarak binlerce müridinin bu mevkide toplanmasını ister.

“O zat (Hacı Bayram), bir yerde çadır kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattı. O da emretti: ‘Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennete gidecek.’

“Çadıra birer birer çağırdı. Gizli bir koyun kesti. Güya has bir müridini kesti, Cennete gönderdi! O kanı gören binler müridler, daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: ‘Başım feda olsun.’ Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti; başkalar dağıldılar.

“O zat, hükûmet adamlarına dedi: ‘İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz.’

Yaptığı imtihanın neticesini hükümet temsilcilerine hatırlatan Hacı Bayram, orada şunu söyler: “Şu bir buçuk müridimin dışında kalan herkesin, devlete olan borcunu ödemesi elzemdir.”

Hükümetin maliyecileri, orada bulunan binlerce müridin ismini teker teker kayda geçirerek, onları borçlular listesine bir güzel dahil ederler.

Posted in Hikayeler | BİRBUÇUK MÜRİDİM VAR için yorumlar kapalı
May 24

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

24 Mayıs:

1844 – Amerikalı mucit Samuel Morse, kendi icadı olan mors alfabesiyle ilk mesajı gönderdi.

1921 – Mustafa Kemal Atatürk‘e suikast amacıyla Ankara‘ya geldiği kanıtlanan İngiliz casusu Mustafa Sagir idam edildi.

1940 – Igor Sikorsky ilk başarılı tek rotorlu helikopter uçuşunu gerçekleştirdi.

1963 – Afrika Birliği Örgütü kuruldu.

2000 – İsrail, Güney Lübnan‘da 22 yıldır sürdürdüğü işgale son verdi.

Nicolaus Copernicus (Ö. 1543)

Gabriel Fahrenheit (D. 1686)

Bob Dylan (D. 1941)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
May 24

AFFETMEK İSTEDİKLERİ CANİLERİN, KATİLLERİN KATLİAMI 24 MAYIS 1993

BUNU OKUYAN NEFES ALMAYI UNUTSUN, HATTA ONLARI UNUTTUYSA KENDİNDEN UTANSIN…

İbrahim ERTEN (Konya)

Mustafa YILMAZ (Konya)

Erkan KAÇAN (Konya)

Mevlüt ÖZKAN (Konya)

Hilmi ŞAHİN (Konya)

Ali ARAR (Konya)

İlyas UYAR (Konya)

Hüseyin ÇELİK (Denizli)

Ahmet APAK (Denizli)

Ercan ÇOBANOĞLU (Denizli)

Mustafa KOÇANOĞLU (Denizli)

Baki UMUTLU (Denizli)

Şeref TAY (Denizli)

Mehmet ÖZTÜRK (Denizli)

Hasan GÜLTUTAN (Hatay)

Mehmet TURA (Adana)

Şenol CANSIZ (Samsun)

Cavit YAMAN (Samsun)

Nihat ODABAŞI (Kastamonu)

Ramazan AKKAYA (Kastamonu)

Uğur BOZACI (İstanbul)

Ünal KALAFAT (İstanbul)

Ahmet ARAN (Manisa)

Haydar ASLAN (Trabzon)

Murat ELİBOL (Çanakkale)

Aydın KUZEY (Çanakkale)

Adem ZONGUR (Kırıkkale)

Musa SARIGÖZ (Osmaniye)

Murat MENTEŞ (Bolu)

Hikmet ÖZDEMİR (Malatya)

Abdullah KARA (Antalya)

Birol İrfan ASKAR (Afyon)

Selahattin AYSAN (Isparta)

33 KİŞİNİN İSMİNİ OKUDUNUZ

BU İSİMLER ÇOĞUNUZA BİR ÇAĞRIŞIM YAPMAMIŞTIR.BEN SİZE HATIRLATAYIM.

OKUDUĞUNUZ BU İSİMLER, 24 MAYIS 1993 GÜNÜ

ÜZERLERİNE 1570 ADET KELEŞ MERMİSİ SIKILARAK (HER BİRİNE ORTALAMA 50 MERMİ)

KATLEDİLEN, 33 SİLAHSIZ 20 YAŞLARINDA GENCECİK VATAN EVLATLARININ AD VE SOYATLARIDIR.

EVET 33 BU RAKAMI ÖMRÜNÜZÜN SONUNA KADAR UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE.

AŞAĞIDA YAZILANLARI KENDİNİZİ O TARİHTE O ASKERLERİMİZİN YERİNE KOYARAK

OKUMANIZI RİCA EDİYORUM…

YER: Elâzığ-Bingöl Karayolu Bilaloğlu Mevkii YIL: 24 MAYIS 1993

33 vatan evladının şehit olduğu 24 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan üç asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var. Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz.

Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş…

Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.

OSMAN PARTAL ANLATIYOR

Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum.

Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför, bir ara lastik patladığını söyleyip durdu.

Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm.

Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.

Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor.

Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı.

Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu. Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu.

‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı.

İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya.

Yani bizi bekliyorlardı.

DOĞULU- BATILI DİYE AYIRDILAR…

Gece yarısına kadar teröristlerle yürüdük.

Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk.

‘T.C. Ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.

Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu- Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı.

Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık.

Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum.

Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm.

Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık.

Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.

DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM…

Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım,

Kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım.

Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti.

Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum.

Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler… Su istiyorlardı.

‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum.

Kendimi çimdikledim, ölmemişim.

Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım.

Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar…

Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim.

Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu.

Beyin, ayak… Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım.

Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim.

Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık.

Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu.

Yani silahsız erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı…

Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun. Unutanın kanı kurusun…

“Şimdi de bu katliamları yapanlar ile ortak proje yapacaklar ve bu hainleri serbest bırakacaklar!!!!”

Alıntı: Murat Sururi Özbülbül

Posted in Gündem | AFFETMEK İSTEDİKLERİ CANİLERİN, KATİLLERİN KATLİAMI 24 MAYIS 1993 için yorumlar kapalı