Ağu 13

TARİHTE BUGÜN

13 AğustosUluslararası Solaklar Günü

1960 – Orta Afrika CumhuriyetiFransa‘dan bağımsızlığını ilan etti.

1961 – Doğu Almanya yönetimi, batıya kaçışları önlemek için Berlin sınırını dikenli tellerle kapattı. 20 Ağustos‘ta bu tellerin yerine, daha sonra Utanç Duvarı olarak adlandırılacak beton duvar örülmeye başlandı.

1997 – South Park yayına başladı.

2004 – Yaz OlimpiyatlarıAtina‘da başladı.

2020 – Birleşik Arap Emirlikleri-İsrail Barış Anlaşması imzalandı.

Florence Nightingale (ö. 1910)

Fidel Castro (d. 1926)

Alfred Hitchcock (d. 1899)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Ağu 13

12 TÜRK GENCİNİ TÜBİTAK REDDETTİ, DÜNYA ÖDÜLLENDİRDİ

12 TÜRK GENCİNİ TÜBİTAK REDDETTİ, DÜNYA ÖDÜLLENDİRDİ.

Son yıllarda bazı gençlerimiz var ki…
Türkiye’de projeleri “anlaşılmadı”, “reddedildi”, “eksik evrak” dendi…
Ama aynı gençler yurtdışında ödül aldı, burs kazandı, Harvard’a, MIT’ ye davet edildi.
Ve en acı tarafı?
Bu yetenekleri biz yetiştirdik, TÜBİTAK reddetti, dünya aldı.

İşte 12 çarpıcı örnek:
1- Tuna Ilgın Kozak – Maden kazalarında işçi konumlama sistemi geliştirdi.
TÜBİTAK desteklemedi.
Londra’da International Youth Science Forum’da fizik birincisi oldu.

Barış Paksoy – Ramanujan sayı teorisini geliştirdi.
TÜBİTAK “seviyenin üstünde” diyerek eledi.                                                                                                     Berlin Humboldt Üniversitesi’nden burs kazandı, şimdi hoca.

Canan Dağdeviren – Giyilebilir kalp sensörü üretti.
TÜBİTAK “bilimsel değil” dedi.
MIT Technology Review onu “Dünyayı Değiştirecek 35 Kişi” listesine aldı.
Harvard’da profesör.

Göktuğ Altıparmak & Seda Erol – Uçucu bitkisel yağlarla dezenfeksiyon projesi.
TÜBİTAK belgeler eksik dedi.
Harvard projeyi kabul etti.
Mehmet Can Dursun & İrfan Efe Boztepe – Diyabetik yaralar için yengeç kabuğundan yara bandı.
TÜBİTAK’tan destek yok.
Genius Olimpiyatları dünya birinciliği + New York Oswego Üniversitesi bursu.

Emir Aktaşçı & Ege Özlem – Soba külü ve volkanik taşlardan çevreci çimento.
TÜBİTAK ilgi göstermedi.
Harvard, Toronto, McGill gibi üniversiteler projeye ilgi gösterdi.

İlayda Şamilgil – Sıvılarda mıknatısla su oranı ölçen sistem.
TÜBİTAK eledi.
Polonya’da Nobel Fizik yarışması 1. Si oldu.
Cornell’e kabul, NASA projesine katıldı.

Kaan Alper – GPS/GSM donanımlı mini uydu geliştirdi.
TÜBİTAK ilgilenmedi.
Türkiye DOESEF 1.Si, ABD Intel ISEF’te ülkemizi temsil etti.

İbrahim Emre Erdem – Akıllı telefon bağımlılığı ile damar sağlığı arasındaki ilişkiyi araştırdı.
TÜBİTAK değerlendirmeye almadı.
Cambridge Üniversitesi çalışmasını yayınladı.

Peki TÜBİTAK ne yaptı?
Yıl oldu 2025…
Hâlâ gençlerin projelerini not kağıdı gibi ölçüyorlar.
“Fazla iyi”, “eksik belge”, “eksik analiz”, “bu yaşta olmaz” gibi bürokratik gerekçelerle bilim değil, korku ve kıskançlık yönetimi uygulanıyor.

Bugün bizim reddettiğimiz çocuklar, yarın başka ülkelerin inovasyon kadrolarında yer alacak.
Buna “beyin göçü” demeyelim artık…
Bu resmen “yetenek ihraç etmeyi beceremeyip bedelsiz kaçırma”dır.
Bir ülke, gençlerine yatırım yapmadığı sürece kalkınmaz.
Bir kurum, gençleri dinlemediği sürece bilim üretemez.
Sizce TÜBİTAK, hâlâ “bilimi destekleyen” bir kurum mu?
Yoksa sadece kendisine benzeyenleri mi seçiyor?

Alıntı

Posted in Gündem | 12 TÜRK GENCİNİ TÜBİTAK REDDETTİ, DÜNYA ÖDÜLLENDİRDİ için yorumlar kapalı
Ağu 12

TARİHTE BUGÜN

12 Ağustos:

1121 – Didgori MuharebesiGürcü Kralı IV. DavitSelçuklulara karşı kesin bir zafer kazanarak bölgedeki Türk akınlarına son verdi.

1687 – Mohaç MuhaberesiLorraine Dükü CharlesOsmanlıları yendi.

1851 – Isaac Singerdikiş makinesinin patentini aldı.

1877 – Asaph HallMars‘ın uydusu Deimos‘u keşfetti.

2000 – Rus Kursk denizaltısıBarents Denizi‘nde 112 mürettebatıyla battı.

Kleopatra (ö. MÖ 30)

Erwin Schrödinger (d. 1887)

William Shockley (ö. 1989)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Ağu 12

EŞEK BİLE DOĞRUYU SÖYLÜYOR…?

ŞAHİT EŞEK!

Kütahya’nın Gediz ilçesinde işlenen bir cinayet çok enteresan bir metodla çözüldü. Katil olduğundan şüphelenilen, ancak sağlam delillere ulaşılamadığı için hakkında işlem yapılmayan A.D. isimli şahıs, cinayeti soruşturan Jandarma Astsubayı tarafından hadisenin görgü şahidi eşek ile yüzleştirildi. Öldürülen şahsa ait olan eşek, katil zanlısı olan A.D. yanına getirilince çılgına döndü ve sanığı ısırıp çifte atmaya çalıştı. Bu denemeden sonra, bu defa katil zanlısının kıyafetlerinin aynısını giyen bir Jandarma eri eşeğin yanına gitti. Ancak eşek Jandarma erine en küçük bir tepki dahi göstermedi. Aynı deneme birkaç kişi ile defalarca tekrarlandı. Eşek sadece sanığa karşı hırçınlık gösterdi. Eşeğin bu davranışı karşısında zor durumda kalan sanık, sonunda suçunu itiraf etmek zorunda kaldı. Eşeğin davranışları, altı şahidin şahitliğinde tutanakla tespit edildi. Kütahya Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan sanık hakkında karar Yargıtayca da onaylandı.

Alıntı: 10. Köy gerçekleri

Posted in Fıkralar | EŞEK BİLE DOĞRUYU SÖYLÜYOR…? için yorumlar kapalı
Ağu 11

TARİHTE BUGÜN

11 Ağustos:

1473 – Osmanlı padişahı II. Mehmed ile Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan arasında Otlukbeli Muharebesi gerçekleşti.

1918 – Amiens Muharebesi sona erdi.

1952 – Ürdün Parlamentosuşizofren olması nedeniyle tahtta kalması sakıncalı görülen Kral Talal‘ın yerine, oğlu Veliaht Prens Hüseyin‘i kral seçti.

1960 – ÇadFransa‘dan bağımsızlığını ilan etti.

2012 – Doğu Azerbaycan depremleri meydana geldi.

I. Leonidas (ö. MÖ 480)

Robert G. Ingersoll (d. 1833)

Pervez Müşerref (d. 1943)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Ağu 11

ADINI KOYALIM; “TÜRK MİLLETİ”NE KARŞI SAVAŞ AÇTILAR!

ADINI KOYALIM; “TÜRK MİLLETİ”NE KARŞI SAVAŞ AÇTILAR!

“Ortak vatan”, “etnik kökenlerin Anayasal düzlemde kardeşliği”, “Türk-Kürt-Arap kardeşliği”, “ümmet” gibi kavramlar üzerinden bir kavram kargaşası sürdürülüyor. Malazgirt ve Çanakkale gibi büyük Türk zaferlerine ortak çıkarılarak vatana yeni ortaklar eklenmek isteniyor.

Bunları yaparken de Türk Milleti’ni , “Türkiye Yüzyılı” havucu göstererek aldatmaya çalışıyorlar!

***

Toprak Hattı grubunun, “Federal devlet mi isteniyor?” başlıklı açıklamasında “Cumhurbaşkanının bir yardımcısı Kürt, diğer yardımcısı Alevi olmalıymış; olursa daha iyi olurmuş. Kavmî vurguyu öne çıkarmak, bunu yapısallaştırmak, bir sisteme bağlamak istiyorlar. Yani bölünmeyi, bölünmüşlüğü peşinen kabul ediyor ve buna resmiyet kazandırmak arzusundadırlar. Tabiatıyla arkasından, ‘Meclis Başkanı Çerkez, Diyanet İşleri Başkanı Gürcü, Millî Eğitim Bakanı Arap veya tarikat mensubu olsun’, demeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur.” denildi.

Açıklamada şu değerlendirme yapıldı:

“Türk milletini ve onun millî devlet otoritesini bölmeyi ve paylaştırmayı mı amaçlamaktadırlar? Öyle görünüyor. Bu teklifleri tenkit edenler; Lübnan, Bosna vb. örnekler vermektedirler. Örnek olsun olmasın, örnekler tam uysun uymasın, böyle bir sistemin, ülkeyi bölmeyi hedefleyen bir sistem olduğu, örneğe ihtiyaç olmadan akıl sahipleri için apaçıktır.

Tasavvur edilen federasyonda itikat, mezhep ve meşreplerin de gözetilmesi isteniyor. Yani ‘bölünme olacaksa tam olmalı’ demek istiyorlar! Dış güçlerin tüm çabalarına rağmen başaramadıklarını biz kendi ellerimizle yapıyoruz.”

***

Sorunun teorik düzlemde adını ise yazar Levent Özmen youtube programında “değer savaşları“ olarak tespit etti.

Özmen, “İnsanı nesnelleştirip onu kullanmaya başladığınızda o zaman insan artık değerlerinden uzaklaşmış olur. İşte değer savaşları, insanı değerlerinden uzaklaştıran, onu nesnelleştiren ve kendi amaçları için kullanmak isteyenlerin ülkelerde ve medeniyetler bazında yürüttüğü savaşın şeklidir.” dedi.

Özmen, “Savaşın, fiziksel, psikolojik ve kavramsal olmak üzere üç alanı vardır. Fiziksel savaşları hep konuşuruz. Ancak insanın fiziksel bir savaş yürütmesi için değerlere sahip olması lazım. O değerleri için savaşır. İşte psikolojik ve kavramsal alanda da durum budur. Değer verdiklerinizden soyutlandığınız andan itibaren savaşacak herhangi bir kavram kalmaz geriye. Siz savaşmak üzere bir şeye değer vermiyorsanız o alanı kaybedersiniz.

Siz eğer millet olmaktan sadece birey olmaya veya sadece vatandaş olmaya doğru çevrilirseniz o zaman egemenlik hakkınızdan da feragat ediyorsunuz anlamına gelir.” diye konuştu.

Özmen, şöyle devam etti:

“Egemenliğimiz bir beka sorunudur. Eğer güvenlikle ilgili bir kavram, bir beka meselesi, siyasetin konusu haline gelmişse, siyasette bir tercih alanı oluşturacak şekilde çözülecek ya da çözülmeyecek alan olduğu iddia ediliyorsa zaten bu problem siyasetin çözebileceği alanı çoktan aşmış demektir. Çünkü eğer bir güvenlik konusu, siyasi tercih konusu olacak kadar alan kazanmışsa ülke zaten elden gitmiş demektir. Bu sebeple beka kesinlikle bir siyasi konu değil, milletin tamamını ilgilendiren ana bir egemenlik konusudur.”

Özmen, “Eğer değerleriniz yoksa sadece ihtiyaçlarınız ölçüsünde hareket edersiniz ve başkalarının amaçları için kullanılabilir bir nesneye dönersiniz. İşte bugün bu zihinsel faaliyetlerle bizim olmaktan çıkarılmak istenen bir devlete, bizim olmaktan çıkarılmak istenen bir medeniyete saldırı yürütülmektedir. Buna dikkat etmek, bu savaşın, bizim egemenliğimizi, dünya üzerindeki varoluş iddiamızı ortadan kaldırmak üzere yapıldığının farkına varmamız ve bunu idrak etmemiz çok önemli ve çok kritiktir.” dedi.

***

“Politik psikoloji” yöntemleri kullanarak, kurucu değerlere ve Türk Milleti’nin egemenliğine karşı “ortak bir savaş” sürdürüyorlar. Savaş “şimdilik”, “değer savaşı”dır ama bu işin sonunda ne olacağı da belli! Türkiye’de Türklerin yaşama hakkına son verilmek isteniyor! Daha şimdiden Orta Asya’ya dönün diyenler var!

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | ADINI KOYALIM; “TÜRK MİLLETİ”NE KARŞI SAVAŞ AÇTILAR! için yorumlar kapalı
Ağu 10

TARİHTE BUGÜN

10 Ağustos: Ekvador’da Bağımsızlık günü

1519 – Ferdinand Macellan beş gemisiyle dünya çevresindeki turu için Sevilla’dan yelken açtı.
1792 – Fransız Devrimi: Tuileries Sarayı yağmalandı, XVI. Louis tutuklandı.
1904 – Rus İmparatorluğu ve Japon savaş gemileri arasında Sarı Deniz Muharebesi başladı.
1913 – İkinci Balkan Savaşı sona erdi: Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Karadağ, ve Yunanistan arasında Bükreş Antlaşması imzalandı.
1920 – İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu hükûmeti arasında Sevr Antlaşması imzalandı.
Honinbo Shusaku (ö. 1862)
Herbert C. Hoover (d. 1874)
Wolfgang Paul (d. 1913)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Ağu 10

KÜRESEL BOYUTLU BİR KAVRAM: ŞEREF

KÜRESEL BOYUTLU BİR KAVRAM: ŞEREF

Bu yazıda sık sık “şeref” kavramından söz edilmiştir, geliniz hep birlikte bu kavram üzerine de kısaca eğilelim.

Bilindiği üzere değerleri, toplum içinde yaşayan insanlar yaratmaktadırlar.

O değerlerin başında gelen “şeref” ise, AİHM, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve ilk mahkemelerin kararlarında bütün uygar hukuk dünyasında en yüksek değer olarak benimsenmiştir.

Çünkü şeref, rastgele, sıradan bir kavram değildir. Bütün uygar dünyada her hukuk öznesinin manevi varlığını, tinsel bütünlüğünü anlatan, bu konuda kendisinin ve başkalarının düşüncelerini, yargılarını sergileyen toplumsal ve bireysel en sağlam ve en yüce bir kavramdır.

Ancak dilimizde, Türkçe’mizde, ne yazık ki, yoktur, bu kavram. Olmadığı için de Arapçadan aldığımız “şeref” sözcüğü ve kavramı üzerine hem Arap ve hem de batılı düşünürler çok eğilmişlerdir.

Nitekim annesinden doğan her İNSAN için, ahlak ve hukuk açısından, Alman Anayasası’nın birinci maddesinin birinci fıkrasında bu konuda şu değerlendirme yapılmıştır: “İnsanın ŞEREfine (özsaygı, saygınlık) dokunulamaz. Bütün devlet gücü, bu değere saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.

Çünkü ahlakın, dolayısıyla hukukun gözünde anneden doğan her bebek, “şeref”iyle birlikte doğmuştur; dolayısıyla devlet dâhil, ona bebekliğinden başlayarak herkes, her açıdan saygı göstermek zorundadır. 

Peki, nedir bu “şeref”?

Geliniz bu soruyu birlikte soralım, bu sorunsalın (problematik) üzerine birlikte eğilelim.

Önceden belirteyim ki, bu konuda ilkin eksik ve çok üzücü bir olguyla karşılaşmaktayız!

Çünkü ana dilimizde, Türkçemizde, yukarıda da değinildiği gibi, şeref kavramının karşılığı yoktur; hiçbir zaman da olmamıştır.

Sorduğum dilciler ise tanım konusunda duraksadılar. 

Bilen, bulan varsa buyursun. En azından bizleri de bu yük ve beklentiden kurtarsın.

Nitekim bu nedenle birkaç yıl önce yayımlanan bir yazımda, Arapça şeref sözcüğünün yerine “özsaygı” terimini önermiştim (Selçuk, Sami, “Şeref” sözcüğünün yerine “özsaygı,” t24, 1.6.2021).

Ayrıca bilindiği üzere Arapçada şeref, bir kimseye gösterilen saygının dayandığı tinsel (manevi) yücelik, ululuk; erdem, yüreklilik vb. üstün niteliklerle kazanılmış ün, övünülecek durum gibi anlamlara gelmektedir.

İşte bu bağlamda Arapçada şeref, eğer kişinin kendi öz nitelikleri ve erdemleriyle ilgili ise “şeref-i zâtî“; konum ve rütbesiyle ilgili ise “şeref-i ârizî” ya da “şeref-i izâfî” olarak adlandırılmıştır. Bundan başka sözgelimi, “şeref-ül mekân bi’l-mekin” sözünün anlamı ve insanlara ulaştırdığı ileti de çok düşündürücü olup, her meslek sahibini, özellikle de iddia ya da savunma makamında bulunanları çok ilgilendirmektedir. Çünkü, “oturulan yer, şerefini orada oturandan alır.” (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Lûgat, Ankara, 1986, s. 1186; Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 2006, III, s. 2937).

Ayrıca kimi düşünürlerce şeref kavramı ikiye ayrılmaktadır.

Birincisi, kişinin kendi tinsel (manevi) varlığı hakkında beslediği kanı ve kişisel değerlendirme anlamında öznel, bireysel olan “iç şeref“tir. Kişinin kendisi karşısında duyduğu saygıyı anlatan bu sözün karşılığı, bizce Türkçemizde kullanılan ve yine Arapça’dan alınan “izzet-i nefis” sözüdür. Bu sözün karşılığı, Arapçada yukarıda değinilen “şeref-i zâtî”; Batı dillerinde ise, sırasıyla Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve İtalyancada “respect de soi, amour de soi, self love, amor proprio, amore proprio” terimleridir.

İkincisi ise, kişi hakkında başkalarının, toplumun beslediği kanı, değerlendirme anlamında nesnel, toplumsal, değer biçici (normatif) “dış şeref” olup Türkçede karşılığı “saygınlık”; bunların Arapça karşılıkları ise kanımızca Türkçemizdeki “haysiyet” ya da “itibar“dır. Ancak Arapça asıl karşılığı, yine yukarıda değindiğimiz gibi, konum ve rütbeyi dillendiren “şeref-i ârizî” ya da “şeref-i izâfî” sözleri olmak gerekir. Bu sözlerin başlıca Batı dillerindeki karşılıkları da sırasıyla Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca olarak “réputation, reputation, reputación, reputazione” sözcükleridir.

Biliyor musunuz, bütün bu yaklaşımlar, Batı toplumları açısından çok değerli, çok da geçerlidir?

Çünkü, dünlerde de bugülerde de Batı toplumlarında geçerli olan hukuk düzeninin dışında, ancak ahlak anlayışının odağında yer alan “şeref” kavramının kökleri ve kaynakları, Eski Yunan felsefesine değin uzanmaktadır. Nitekim Eski Yunan’ın kent devletlerinde toplumsal konumla ilgili olarak şerefli duruş, soylulara özgü en yüce değer sayılmıştır. (Taner, Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, İstanbul, 2011, s. 18.)

Bu nedenlerle “sorgulanıp eleştirilmeyen yaşam, yaşanmaya değmez” diyen; insanı, kendisine ve başkalarına akılcı bir soru sorulduğunda akılcı yanıtlar verebilen “sorumlu” bir varlık, bir ahlak ve hukuk öznesi olarak algılayan Sokrates, ilkelerinden ve şerefinden ömrü boyunca asla hiç ödün vermemiş; ölüm cezasına hüküm giydiği zaman bile, yargılamanın adil olmadığını bilmesine ve söylemesine karşın, devletin yasalarına uymak gerektiğini belirterek, kendisine verilen baldıran ağısını, her zaman olduğu gibi, görünen ne ise o olan, daha doğrusu olmak gerektiğine inanan bir düşünüre yakışan bir davranışla içmekte hiç duraksamamıştır.

Nitekim Merhum Anday, bu olayı şöyle değerlendirmektedir: “Felsefe” sözcüğü, Yunanca “sevgi” (philia) ve “bilgi / bilgelik” (sophia) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmakta, dolayısıyla “bilgi / bilgelik sevgisi” demektir. Bu nedenle Türkçede bu anlamda kullanılan “felsefe” ya da “filosofi” (philosophie) sözcükleri doğrudur. Buna karşılık felsefeci anlamında kullanılıp, “z” harfiyle yazılan “filozof” sözcüğü yanlıştır. Zira Yunanca “zophus” sözcüğü “karanlık” anlamına geldiği için filozof sözcüğü zorunlu olarak “karanlık seven, karanlık sever” anlamına gelmekte, buna karşılık “bilgi seven, bilge sever” anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla doğru sözcük, filozof değil “filosof”tur (Melih Cevdet Anday, En Önemli İş, Cumhuriyet, 30 Eylül 1994).

Yine Roma’da Stoacı Filosof (Yıldırım, Cemal, Bilimsel Düşünme Yöntemi, Ankara, 2008, s. 341) Seneca, İmparator Neron’a suikast düzenlediği iddiasıyla yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldığı zaman, kendisine cezanın yerine getirilme biçimini seçme olanağı tanınması, buna karşılık vasiyetnamesini yazması için zaman verilmemesi üzerine, son anında yanında bulunan eşine ve çocuklarına dönerek “Üzülmeyin, size akçalı zenginliklerden daha değerli bir şey bırakıyorum: Şerefli ve erdemli bir yaşam” demiştir

Aynı nedenlerle pusu kurma, arkadan vurma, kalleşlik gibi yöntemler ve kurnazlıklar, insanın kendisine karşı bir saygısızlık (haysiyetsizlik), şerefsizlik sayılarak tarihte çok ağır kınamaların konusu olmuş ve Batı hukukunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında şeref değeri, “insan saygınlığı” (dignité humaine), “temel ilke” (principe matriciel) olarak benimsenmiştir (Ahlak Felsefesinin Sorunları, Hazırlayan Thomas Schröder, [Tuncay Birkan], İstanbul, 2012, s. 12).

Ayrıca bu konuda aşağıdaki noktaları da asla unutmamak gerekir.

Bilindiği üzere değerleri, toplum içinde yaşayan insan yaratmıştır. O değerlerin başında gelen “şeref” ise, yineleme pahasına belirtelim ki, AİHM’nin, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve ilk mahkemelerin kararlarında yüksek bir değer olarak benimsenmiştir. Zira şeref, her hukuk öznesinin tinsel bütünlüğünü anlatan, bu bütünlük hakkında kendisinin ve başkalarının düşüncelerini sergileyen toplumsal bir kavramdır.

Türk Ceza Yasası da “şerefe karşı suçlar“ı aynı kaygıyla düzenlemiş ve insanı aşağılamayı (hakaret) suç saymıştır. Bu durumu da gerekçesinde çağcıl hukukla tutarlı biçimde açıklamıştır: “Hakaret eylemlerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuksal değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer bireyler nezdindeki saygınlığıdır.” (Ayverdi, İlhan, Kubbealtı Lügati, Asırlar Boyu Tarihi Seyri İçinde Misalli Türkçe Büyük Sözlük, III, İstanbul, 2006, s. 2393).

Bütün bu nedenlerle son çözümlemede biz, şeref karşılığı olarak “özsaygı” terimini ve hukuk dilinde “iç özsaygı” ve “dış özsaygı” ayrımını benimsemekte ve önermekteyiz. Merhum Püsküllüoğlu, “şeref” sözcüğünün karşılığı olarak, nedense Türkçe olmayan Latince kökenli “onur” sözcüğünü benimsemiş, bununla da yetinmemiş, onur sözcüğünün yanı sıra “erdem, yükseklik, yetenekle elde edilmiş iyi ün” sözlerine de yer vermiştir. Yazar, “onur” kavramını da şöyle açıklamıştır: “Kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değer. Başkalarının gösterdiği saygının dayanağı olan özlük değer, saygınlık.”

Bu açıklama ise, aslında bizce “iç özsaygı” ve “dış özsaygı” terimlerini de kapsamaktadır. Nitekim Püsküllüoğlu da “özsaygı” terimini kullanmakta ve aşağıdaki biçimde açıklamaktadır: “Kişide, kendi kişiliğini alçaltmaktan insanı alıkoyan ve başkalarının kendisini alçaltmalarını hoş görmeyen duygu, kişinin özüne, kişiliğine beslediği saygı” (Püsküllüoğlu, Ali, Türkçe Sözlük, İstanbul, 2007, s. 1333. 1381, 1623).

Daha önceki “onur”, “şeref” kavramlarının açıklanmasıyla birlikte ele alındığında Püsküllüoğlu’nun bu son açıklaması, bizce “şeref” sözcüğünün karşılığı olan “özsaygı” teriminin yetkin bir tanımıdır.

Ayrıca bu konuda şunu da eklemek gerektiğini düşünmekteyiz: Biz, Türk Dil Kurumunun “Türkçe Sözlük” ve yazım kılavuzlarına karşın, Merhum Püsküllüoğlu gibi, “özsaygı” sözcüğünün yazımının bitişik olduğu görüşündeyiz. Nitekim TDK, 2013 yılında “selfie” karşılığında önerdiği “özçekim” sözcüğünün bitişik yazımını benimsemiştir. Yine Türk Dil Kurumunun yayımladığı “Türkçe Sözlük”te de sırasıyla “ototrof, mazoşist, otomasyon, narsist” sözcüklerinin karşılıkları olan “özbeslenme, özezer, özişler, özsever” sözcükleri bitişik biçimde yazılmıştır.

IV- ŞEREF DEĞERİNİ YÜCELTEN VE ÖRSELEYEN DURUŞLAR

A-YÜCELTEN DURUŞLAR: DÜELLO VE BİR İNTİHAR OLAYI

Unutulmamak gerekir ki, sayın avukatlar, şeref kavramı, Batı’da “yaşam değeri ve yaşam hakkı“yla özdeş, zaman zaman da daha yüksek düzeyde sayılmıştır.

Nitekim bu yüzden düello, yüzyıllarca, hatta daha önceleri şeref değerini kurtarmanın bir yöntemi olarak benimsenip kurumlaşmıştır.

Gerçekten bilindiği üzere düello, iki kişi arasında toplum önünde şerefi kurtarmak amacıyla belli kurallar çerçevesinde öldürücü silahlarla yapılan bir çarpışmadır. Batıda düellonun suç olarak benimsenmesi ve yasaklanması ise, çok sonraları olmuştur.

İnsana şerefini kurtarması için -dikkat ediniz devlete değil- bir başkasına öldürme yetkisini veren düellonun uzun yüzyıllar meşru, hukuksal sayılması kuşkusuz çok düşündürücüdür.

Sözgelimi, düello Fransa’da 1547’de, İngiltere’de 1819’da yasaklanmıştır. Ancak bu yasağa karşın düello, daha sonraki dönemlerde de varlığını sürdürmüştür. Düelloya kurban giden ünlüler arasında, 1832’de henüz 21 yaşında iken öldürülen ve kendi adıyla anılan bir kuramın sahibi Matematikçi Evariste Galois; 1841’de 27 yaşında iken öldürülen Rus yazarı Lermontov; 1857’de 49 yaşında iken öldürülen Rus yazarı ve ozanı Puşkin de bulunmaktadır.

Şeref değeriyle ilgili olarak son bir örneği de izninizle sayın avukatlar, geçen yüzyıldan verelim.

Çünkü sizlerin de kabul edeceğiniz gibi, özünde çok düşündürücü bir örnek, bir dramdır, bu.

Ukraynalı Menşevik bir ailenin çocuğu olarak Fransa’da dünyaya gelen işçi kökenli Pierre Bérégovoy (1925-1993), hukukçu, sosyalist bir siyasetçiydi, birçok bakanlıkta bulunduktan sonra 1992’de Başbakan olmuştu.

Bu görevini yürütürken Başbakan Bérégovoy, kendisi gibi işçi kökenli, ancak daha sonraları çok zengin olan eski ve yakın bir dostundan Paris’te bir daire satın almış; ancak dostu kendisinden faiz almayı reddetmişti.

İşte bunu öğrenen bir kesim basın, bu olayı bir tür çıkar sağlama olarak değerlendirmişti.

Bunun üzerine Başbakan, 1 Mayıs 1993 tarihinde bir ara korumasından ve şoföründen kendisini yalnız bırakmalarını istemiş, onlar uzaklaştıktan sonra da Renault, yani yerli resmi arabasının torpido gözünde bulunan güvenlik görevlisinin tabancasıyla kendi kafasına ateş etmişti.

Görevliler, başbakanı çeyrek saat sonra akşamüstü baygın olarak bulmuşlardı.

Ancak bütün çabalara karşın Başbakan Bérégovoy kurtarılamamıştı.

Bérégovoy, basının o suçlamasından belki kurtulamamıştı, ama bu davranışıyla yaşamından daha çok önem verdiği şerefini kurtarmış, tarihe de şerefini yaşamının üzerinde tutan bir devlet adamı olarak geçmiştir.

Unutmayınız ki, bütün bu örnekler, Batı dünyasının ahlak anlayışında şeref değerinin yaşam değerinin çok üstünde olduğunu ve de Alman Anayasası’nın neden bu değere ilk maddesinde yer verdiğini herkese kolayca anlatmaktadır.

Özetle Batı hukukunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında şeref, başka deyişle insan saygınlığı (dignité humaine), “temel ilke” (principe matriciel) olarak benimsenmiştir (Renucci, Jean François, Droit européen des droits de l’homme, Paris, 2001, s. 1).

En önemlisi, asla unutulmamak gereken ise şudur: Şeref kavramı, Batı’da “yaşam değeri” ya da “yaşam hakkı“yla özdeş sayılmaktadır.

B- ÖRSELEYEN DAVRANIŞLAR: “KALLEŞLİK” VE “İKİYÜZLÜLÜK”

Şerefli olmanın, mertliğin ve erdemin simgesi ve yansıması olarak görülen düello, Batının ahlaka yaklaşımı doğrultusunda uzun süre uygulamada kalırken, beynin bencil düşünmesinin ürünü ve dolayısıyla özünde ahlaksızlığın bir izdüşümü sayılan, eylemsel yalana dayanan kalleşlik, ikiyüzlülük, Brutusvari davranış (brutalità), Batıda her dönemde ahlaka aykırı görülmüş, hiçbir zaman da bağışlanmamıştır.

Bunun en çarpıcı örneği, Sezar’ı MÖ 44 yılında kalleşçe öldüren Brutus’tur. Tarih, acımasız, eli kanlı, buyurgan Sezar’ı bağışlamış, ama kalleş, ikiyüzlü Brutus’u asla bağışlamamış, bu türden ahlaka aykırı, arkadan vurarak öldürme gibi tiksindirici canavarca davranışlara (brutualità) dayanan insan ödürme suçlarını daha ağır yaptırımlarla cezalandırmıştır (Selçuk, Sami, Karşılaştırma Hukuk Açısından Canavarca His Sevkiyle Adam Öldürme, Yargıtay Dergisi, Ekim 1988; Selçuk, Sami Adalet ve Yaşayan Hukuk, Ankara, 2009, s. 415-436).

Gerçekten Doğuda pusu kurma, arkadan vurma, kalleşlik gibi yöntemler, kurnazlıklar ve iki yüzlülükler zeki ve başarılı olmanın bir gösterisi olarak görülmüştür, çoğu zaman. Batıda ise, bunlar, insanın kendisine ve topluma karşı saygısızlık (haysiyetsizlik), şerefsizlik sayılmış, tarihte en büyük kınamaların konusu olmuştur.

Nitekim bu konuda önemli örneklerden biri şudur: ABD tarihinde yağma, tren soygunları ve sayısız insanı öldürme gibi birçok suç işleyen ünlü haydut Jesse James, duvarda asılı tablonun tozunu almak ve eğriliğini düzeltmek amacıyla sandalyeye çıktığı sırada, kendisinin başına konan ödülü almak için bu fırsatı kaçırmayan arkadaşı Robert Ford tarafından 3 Nisan 1882 tarihinde arkadan silahla vurularak bencilce ve kalleşçe öldürülmüştür.

Amerikan toplumunun buna tepkisi ise, işte bu ahlak anlayışı doğrultusunda olmuştur. İnsanları acımasızca öldüren, soygunlar yapan, devletçe başına ödüller konulan haydudun bu biçimde öldürülmesini Amerikan halkı mertçe ve insanca bulmamış; katil Robert Ford’u bağışlanamaz bir şeref ve ahlak yoksunu olarak görmüş, onu yıllarca kınayıp durmuştur.

Buna karşılık Jesse James, Amerikan tarihinde efsaneleşmiş, hakkında pek çok kitap yazılmış, yaşamı yirmileri bulan filmlere konu olmuştur.

Bu açıdan Adorno’nun 7 Mayıs 1963 tarihinde ahlak felsefesi üzerine verdiği ilk dersinde söylediği şu sözler, çok düşündürücüdür: “…kafanıza taş atacaksam bunu en baştan söylemiş olmam, size ekmek dağıtacakmışım gibi bir yanılsama yaratmaktan daha iyidir.” (Selçuk, Sami, Adalet ve Yaşayan Hukuk, Ankara, 2009, s. 415 vd.).

Sanırım, bu sözler, kurnazlığın bencilce bir ahlaksızlık olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Oysa Doğu toplumlarında ve ne yazık ki, bizde kurnazlık, çoğu zaman zekânın bir göstergesi, övünülesi bir duruştur.

İnceleyiniz, lütfen. Doğu toplumlarının saraylarında sultanların, padişahların nabza göre şerbet vererek kendilerini eğlendiren dalkavukları, soytarıları vardır. Buna karşılık Batı toplumlarında tekil anlatımla soytarılık diye bir mesleğin bulunup bulunmadığını ben bilmiyorsam da sözgelimi Başkan Einsenhower, Beyaz Saray’da dönemin düşünürlerini, kendi başarılarını övmeleri, yaltaklık etmeleri için değil, her sabah bir gün önce hangi yanlışları yaptığını söylemeleri için sürekli görevlendirmiştir.

İşte bu Batı anlayışına göre, kaynak yasalarda “kalleşçe, arkadan vurmak suretiyle” (İtalyanca brutalità, Fransızca brutalité) anlamlarına gelen sözcük, zamanla bir hukuk kavramına dönüşmüş, Türkçe yasalara da “canavarca duyguyla” diye aktarılmıştır. Haksızlık içeriği ağır olduğu için de bu kalleşçe insan öldürme, sıradan insan öldürmeden daha ağır sayılarak daha ağır cezalandırılmış ve nitelikli insan öldürme suçu olarak birçok yasada ve Batı’dan aktarılan bizim Türk ceza yasalarında da yerini almıştır (TCY, m. 82[1]b, Eski TCY, m. 450/3, İtalyan 1889 CY, m. 366/3, İtalyan 1930 CY m. 577/4, [61/1], Fransız 1810 CY, m. 303).

Bu arada Schopenhauer’ın “şeref kavramının doğu toplumlarında hiçbir değeri ve anlamı yoktur” biçimindeki değerlendirmesi de bizim için elbette çok acımasızdır.

Ancak doğru ise, çok düşündürücüdür de hiç kuşkusuz.

Yine düşündürücü olan bir başka nokta da Arapça üst bir kavram olan şeref sözcüğünün Türkçede tam karşılığının bulunmamasıdır. Belki ulaşamadığımız kaynaklarda ya da tarama sözlüklerinde vardır. Bulan olursa kendimizi ona borçlu sayarız. Eğer yoksa, unutmayalım ki, bu sözcüğün karşılığı olarak kullanılan “onur” sözcüğü, Türk diline İtalyancası “onore,” olan Fransızcası “honneur” (İngilizce ve İspanyolca honor) sözcüğünden Kırım Savaşı sırasında on dokuzuncu yüzyılda girmiştir (Ayverdi, İlhan, Kubbealtı Lügati, Asırlar Boyu Tarihi Seyri İçinde Misalli Türkçe Büyük Sözlük, III, İstanbul, 2006, s. 2393).

Siz siz olan saygıdeğer insanlar, şeref değerinizden asla ödün vermeyin.

Şerefin yitirilmesi çok kolay, ancak kazanılması asla kolay değildir.

Çünkü şeref, bir kez yitirilince bir daha geri gelmez, gelemez.

ŞEREFLİ BİR ÖMÜR DİLERİM (K.Ş.)

Alıntı: Sami Selçuk

Posted in Gündem | KÜRESEL BOYUTLU BİR KAVRAM: ŞEREF için yorumlar kapalı
Ağu 09

TARİHTE BUGÜN

9 Ağustos:

1173 – Yapımı iki asır süren Pisa Kulesi‘nin inşası başladı.

1902 – VII. EdwardBirleşik Krallık kralı olarak taç giydi.

1915 – Birinci Anafartalar Muharebesi başladı.

1945 – ABDJaponya‘nın Nagasaki şehrine atom bombası attı. Yaklaşık 70.000 kişi o anda öldü.

1965 – SingapurMalezya‘dan ayrılarak bağımsızlığını kazandı.

Amedeo Avogadro (d. 1776)

William Fowler (d. 1911)

Hermann Hesse (ö. 1962)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Ağu 09

AŞK TUZAĞI

AŞK TUZAĞI

* * *

Nasıl bir avcıdır topsuz tüfeksiz

Duygularım der ki; dur uzağına

Meğer pusu kurmuş, sessiz mi sessiz?

Bilmem, nasıl düştüm aşk tuzağına?

* * *

Sihir mi, tılsım mı, beni kandıran?

Gördüğüm bu canı peri sandıran

Yanardağ misali her an yandıran

Bilmem, nasıl düştüm aşk tuzağına?

* * *

Damarımdan girip kalbime aktı

Yüreğime aşktan kelepçe taktı

Dumansız, ateşsiz, yaktı ha yaktı!

Bilmem, nasıl düştüm aşk tuzağına?

* * *

Lâl oldu dilim, tükendi sözüm

Başka hiçbir şeyi görmüyor gözüm

Yanındayken bile özlüyor özüm

Bilmem, nasıl düştüm aşk tuzağına?

* * *

Bu işin yaşı yok, seni de bulur

Genler, seveceği geni de bulur

Bir gün olur, tenler teni de bulur

Bilmem, nasıl düştüm aşk tuzağına?

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | AŞK TUZAĞI için yorumlar kapalı